Çözüm Hamas’ın Gazze’den çıkmasında değil. Çözüm merkezsiz, üstünlük payesiz, üst kimlik-alt kimlik kurnazlığının olmadığı katılımcı eşitlik’te. Çok dilli, çok kültürlü Anayasal eşitliğin benimsenmesinde. Çözüm hiçbir ulusun tekçiliği dayatmadığı komünler üzerinden yükselen gönüllü konfederal sistemlerde
Mehmet Ali Çelebi
Aksa Tufanı ve İsrail’in Demir Kılıçlar Operasyonu 2 yılı geride bıraktı. Aksa Tufanı sonrası bir hafta dolmadan “Aksa Fırtınası, Demir Kılıçlar ve Kadüse Asası” başlıklı 13 Ekim 2023 tarihli analizimizde şu ifadeler vardı: “Netanyahu, “lütuf ve fırsat” deyip “savaş koalisyonu” kurup Gazze’ye karadan girecek. Azerbaycan Stepanakert’e girerken Türkiye, İdlib’in, Cerablus’un, Efrîn’in, Serêkaniyê’nin, Girê Spî’nin bir ucundan girip öbür ucunda dururken izleyenler Gazze adım adım yutulurken de izleyecekler. Ancak Hamas’ın Gazze altındaki tünelleri, tünellerde saklanan roket ve cephaneler düşünüldüğünde savaş uzun ve çetin olacak.” (Yeni Yaşam/13.10.2023)
Demir Kılıçlar, kritik tüneller vurulduktan sonra 20 Ağustos 2025’te Gideon’un Savaş Arabaları-B’ye dönüşüp ordu adım adım Gazze’yi ele geçirmeye başladı. Hamas yönetimine bağlı Medya Ofisi açıklamasına göre katledilenlerin sayısı 19 bin 450’i çocuk 67 bin 139’a ulaştı. Kuşatma-ambargo nedeniyle çocuklar yetersiz beslenme sonucu hayatını kaybetti. Her ülke, nutuk atarken öbür ülkelerin niye bir şey yapmadığını sorarken, kendisine sorma gereği duymuyordu. Hamas’ın sırtını sıvazlayıp hamasi nutuklar atan ülkeler Kassam Tugayları’nı ortada bıraktı. İran, Katar, Türkiye belagat yarışını en üst perdede tutanlardı. Günün sonunda bazı ‘ulusal, iktidarsal, partisel çıkarlar’ metodolojisi işletip Trump’ın Gazze Planı üzerinden Hamas’ın likidasyonunu seyredecekler.
Plana geçmeden Hamas’a ayna tutmak lazım. Hamas’ın rehine serbest bırakma törenlerindeki gövde gösterisi pahalıya mal olmuştur. Törenlerde İsrail İHA’ları ve Hamas içindeki ajanlarının faaliyetleri de artınca ses, hareket ve giriş-çıkış noktaları deşifre olan öncü kadroların çoğu radara takılmış ve tedrici olarak ya karadan nokta operasyonuyla ya SİHA saldırılarıyla öldürülmüştür.
Hamas Siyasi Büro Başkan Yardımcısı Salih el-Aruri, 2 Ocak 2024’te Beyrut’ta, Hamas’ın askeri kanadı El-Kassam Tugayları Komutan Yardımcısı Mervan İsa 11 Mart 2024’te Gazze’de, El-Kassam Tugayları Genel Komutanı Muhammed Dayf 13 Temmuz 2024’te Gazze’de, Hamas Lideri İsmail Haniye 31 Temmuz 2024’te Tahran’da öldürüldükten sonra İsrail-Hamas ateşkesi yapılmıştı. Haniye’den sonra Hamas Lideri olan Yahya Sinvar’ın Refah’ta 16-17 Ekim 2024’te öldürülmesi sonrası esir takasları gerçekleşmişti. Yahya Sinvar’ın kardeşi olan El-Kassam Tugayları’nın yeni lideri Muhammed Sinvar 13-14 Mayıs 2025’te de Zekeriya Sinvar ve 10 kişi Han Yunus’ta öldürülmüştür. 2004’te Gazze’deki ilk basın toplantısından beri Kasam Tugayları’nın sözcüsü olan ve kameralar karşısına sürekli yüzü kefiye ile kapalı olarak çıkan Ebu Ubeyde (Huzeyfe el-Kehlut) Yahya Sinvar’a bir suikast yapılırsa İsrail’in bölgesel bir depremle ve benzeri görülmemiş misillemeyle karşılaşacağını kaydetmişti. Ebu Ubeyde de 30 Ağustos 2025’te Gazze’de öldürüldü. Bu üst düzey isimler Aksa Tufanı’na karar veren isimlerdi.
Liderler tasfiye edildikten sonra Hamas’ın önüne Trump’ın Gazze Planı kondu. Trump’ın planı Türkiye gibi ülkelerle pişirmesi dikkat çekiciydi. Çünkü, dış politikada angajman İttihat ve Terakki’nin Doktor Friç gibi düzmece yabancı profesör adları uydurup “Kürtler Türk’tür” kitapları çıkarmasından beri, Şark Islahat Planı’ndan beri Kürtlerin dilini, kültürünü nasıl yok ederiz üzerineydi ve 21. yüzyılın ilk çeyreğinde de Suriye Kürtlerinin Kanton modeline karşı nasıl operasyon izni koparırız, nasıl yok ederiz üzerindendi. Böyle olunca dış politika küçük düşüyordu. ABD Dışişleri Bakanı Rubio, Beyaz Saray’da toplantılara katılmak poz vermek için yalvardıklarını kaydediyordu: “Gerçek şu ki, bugün bile devam eden toplantılarımız var ve liderler bu toplantıların bir parçası olmak için adeta yalvarıyor. ‘Bizi de dahil edin, beş dakika el sıkışma imkânı sağlayın’ diye arıyorlar” (Cumhuriyet//25.09.2025)
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack, Trump ile poz verdirerek Erdoğan yönetimine “meşruiyet” vereceklerini söylüyordu: “Peki, sayın Başkan, neye ihtiyaçları var?’ diye sorulduğunda ise ‘meşruiyet’ diye cevapladı… Bu yalan söylemekle alakalı bir şey değil. S-400’lerle, F-16’larla alakalı bir şey değil. Bu, meşruiyetle alakalı bir şey.” (Euronews Türkçe /25.09.2025)
Bu iklimde New York’taki BM 80. Genel Kurul toplantıları sırasında 23 Eylül 2025 günü ABD, Türkiye, Endonezya, Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Pakistan ve Mısır Gazze konulu toplantı yapmıştır. Trump ve Erdoğan toplantıyı yönetirken, 21 maddelik Gazze Planı görüşülmüştür. Erdoğan, Beyaz Saray’da Trump’la ikili görüşmeye hazırlanırken Trump’ı kızdırmamak için, basının karşısında Trump’ın beklenmedik bir manevrasıyla karşılaşmamak için ABD’nin Gazze operasyonuna desteğine dair cümleler kurmuyordu. Trump’la görüşme öncesi basının karşısına geçtiklerinde de söz kurmadı, görüşme sonrası havuz basını dışındaki gazetecilerin beklenmedik sorularıyla karşılaşmamak için ortak basın toplantısı da istenmedi. Dış politikada macera arayışının, Kürt meselesini çözemeyip Irak ve Suriye gibi sahaları da inkâr siyasetiyle bulandırmanın, dış politikayı ipotekler üzerinde sürdürmeye çalışmanın faturası bu kez Gazze’ye, Hamas’a da sirayet ediyordu. Rusya’ya alternatif olarak petrol ve doğalgaz sağlama koridorları üzerinde Türkiye eli olmasını arzulayan, soğuk savaş döneminden beri özgürlük isteyen halklara karşı bazı cihadist yapılara oynamayı bırakmayan İngiltere de denklemdeydi.
İngiltere’nin gölgesi
ABD-İngiltere-Türkiye-Mısır-Suudi Arabistan patentli Trump Planı üzerinden ilerleyelim. I. Dünya Savaşı sonrası Kudüs dahil bölgeyi ve İstanbul’u yöneten İngiltere de işin içindeydi. Ağustos 1953’te Şah Rıza Pehlevi’yi kollamak adına ABD’yi ikna edip Muhammed Musaddık hükümetine darbe yapmaya ortak eden ve ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalelerine kapı açan İngiltere, fikir üreten, yol gösteren konumunu sürdürüyordu. Gazze Planı taslağı oluşturulurken 27 Ağustos’ta Washington’da Trump, Dışişleri Bakanı Rubio, bir dönem Ortadoğu Dörtlüsü içinde olan İngiltere eski Başbakanı Tony Blair ve I. Trump Ortadoğu Özel Temsilcisi Jared Kushner (Damadı, danışmanı) toplantı yapıyordu.
New York’taki 8’i İslam 9 ülkeli (ABD, Mısır, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, Ürdün, BAE, Endonezya, Pakistan) Gazze Zirvesi sonrası Beyaz Saray’da 25 Eylül’de Trump-Erdoğan görüşmesi ve 29 Eylül’de yine Beyaz Saray’da Trump-Netanyahu görüşmesi vardı. Burada Gazze Planı’na son şekli verildi, 20 maddeye indirildi. İlk taslakta 18. maddede İsrail’in Katar’da gelecekte saldırı düzenlememeyi kabul ettiği, ABD ve uluslararası toplumun Katar’ın Gazze’de önemli arabuluculuk rolünü kabul ettiği vurgulanıyordu. Netanyahu ile görüşmede bu madde iptal edilmiştir. Doha’da da 30 Eylül-1 Ekim’de Mısır, Katar, Türkiye, Hamas Gazze Planı’nı görüşmüş, Türkiye’yi MİT Başkanı İbrahim Kalın temsil etmiştir. Trump, 3 Ekim’de Erdoğan ile telefonda ikili ilişkiler ve Gazze’yi bir kez daha görüşürken Hamas’a planı onay için 6 Ekim’e kadar süre biçmiştir.
Kahire’de 6 Ekim’de Hamas’ın masasına, ABD ve İsrail tarafından konan 20 maddelik plan genel olarak şöyleydi: 3. maddede İsrail’in tüm operasyonlarını durduracağı ve aşamalı olarak Gazze’den çekileceği; 4. maddede Hamas’ın 72 saat içinde yaşayan tüm rehineler ve cenazeleri iade edeceği; 5. maddede İsrail’in 250 müebbet hapis cezası alan mahkum ve Aksa sonrası Gazze’de tutuklanan 1700 kişiyle 15 cenazeyi teslim edeceği; 6. maddede Hamas’ın silah bırakacağı, af çıkarılacağı, isteyenlerin kentte kalacağı, diğerlerine çıkış koridoru açılacağı; 7. maddede Gazze’ye yarım alınacağı; 9. maddede uluslararası bir yapı denetiminde Filistinli teknokratlardan oluşan geçici bir geçiş hükümet oluşturulacağı, Trump başkanlığındaki kurul üyeleri arasında İngiltere eski Başbakanı Tony Blair’in de bulunacağı; 12. madde Gazze’den kimsenin zorla çıkarılmayacağı; 13. madde Hamas’ın Gazze yönetiminde hiçbir rolü olmayacağı; 15. maddede ABD, Arap ve diğer uluslararası ortakların geçici bir uluslararası istikrar gücü oluşturacağı; 16. maddede İsrail’in Gazze’yi işgal veya ilhak etmeyeceği yer alıyordu. Yani Trump, asırlardır kolonyalizm deneyimi olan İngiltere aklıyla dizayn etmeye çalışıyordu. Tarihe bakıldığında 1982’de de İsrail Beyrut’a kadar ilerlemişti FKÖ’yü Lübnan’dan çıkarmak için. Anlaşma ve birkaç ülkenin nezaretinde FKÖ 21 Ağustos 1982’de Beyrut gibi kentlerden çıkarak Tunus’a gitmiş. Bu kez Hamas’ı silahsızlandırıp Gazze’den atmak hedefti. Bu mümkün mü?
Hamas çıkacak mı?
Hamas “Örgüt olarak varlığın mı Gazze mi” ikilemiyle karşı karşıya bırakıldı. Yön belirleme yetisini kaybeden Hamas izole edildi ve rehinelerin tamamını serbest bırakmak zorunda kalacak. Hamas Gazze’den çıkmayı da kabul edecek. Hamas, Trump’ın bunu Hamas’ın yanında olan Türkiye gibi ülkeler eliyle yapacak olmasının yarasını taşıyacak. Çünkü; Hamas adım adım uçuruma sürüklenirken özellikle İran Dinli Lideri Hamaney’in ve Devrim Muhafızları’nın etkisiyle tarihsel okuma yapamadı.
Kendileşmeyen, demokratik toplum, demokratik hukuk formu geliştiremeyen Hamas, itaat-biat etmeyi dayatan mezhepçi politika nedeniyle, kadınlara Ortaçağ zihniyetiyle yaklaşması nedeniyle tüm Filistinlilerle arasında bağ, aidiyet ilişkisi kuramadı. Rıza üretemeyen teokratik pratiği, ağır baskı ve ayrımcı uygulamaları nedeniyle Gazze’de bile zaman zaman protestolarla karşılaşsa da kendisini güncelleyemiyordu. Hamas, Aksa Tufanı’nı başlatırken İsrail’in reflekslerinin ne olacağını da okuyamadı, B plansız kaldı. Kadrolarının dış ilişkilerine zemin sağlayan İran, Türkiye, Suriye ve Lübnan Hizbullahı’na, ŞİÖ, BRICS’in denge oluşturabileceğine gereğinden fazla umut bağladı. Ancak arkasına baktığında güvendiği ülkelerin bir bir uzaklaştığını göreceğini hesaplamadı. Suriye düştü, HTŞ Gazze’yi seyretti. Lübnan Hizbullahı liderleri vurularak paralize edildi, Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Aon ve Başbakanı Nevvaf Selam, Trump yönetimiyle masaya oturup Hizbullah’ı silahsızlandırma takvimi oluşturdu. Yani Lübnan cephesi de düştü. Küresel güç iddiasındaki Rusya ve Çin’in öncülük ettiği ŞİÖ, BRICS, denge oluşturamadı. Bu yapıların podyum organizasyonları oldukları İsrail-İran arası 12 Gün Savaşı’nda (13-24 Haziran 2025) net olarak görüldü. 12 Gün Savaşı’nda İran da diz çöktü ve aldığı ağır hasarı onarmaya odaklandı. Retorikte kaldı Gazze-Hamas’a yönelik tutumu. İran da doğrudan sahaya inemeyecek yani.
İsrail, 9 Eylül 2025’te Katar’ın başkenti Doha’da Hamas ofisindeki müzakere heyetini bombalamış, ölümler olmuştu. ABD ve Türkiye üslerini barındırmasına rağmen vurulmasıyla Katar’ın da gardı düştü. Katar, başkenti Doha’da ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük hava üssü El Udeid’e ev sahipliği yapmanın rahatlığı içindeydi. Türkiye’nin Körfez ülkelerinin Katar’ı kuşatmaya aldıkları 2015’den beri Doha’da hava ve kara üsleri, Umm Al Houl’da deniz üssü vardı. ABD göz yumup hava savunmasını aktifleştirmezken Katar’da üç üssü olan Türkiye de İsrail uçaklarını durduramamıştı.
Hamas’ın tutunmayı beklediği, güvendiği dağlardan Türkiye-AKP yönetimi vardı. Ancak İspanya tam silah ambargosu kararnamesi imzalarken, 207 milyar euro değerinde silah alım anlaşmasını iptal ederken; Belçika, Kanada, İngiltere, İtalya, Fransa, Sloveyna, Şili, Kolombiya, Nikaragua, Brezilya, Hollanda, Bolivya, Çad, Güney Afrika gibi ülkeler ya silah ambargosu başlatıp ya da diplomatik ilişkileri keserken Erdoğan sert cümleler sıralıyordu. Söylem analizinde şu görülür: Gazze’deki savaşı, iç politika konuşulmasın, ekonomi, yoksulluk, yolsuzluk, muhalefete yönelik operasyonlar, belediyeler kayyum atamaları, şirketlere kayyum operasyonları konuşulmasın diye propaganda konusu yapıyordu. Ticaret konusunda bile ‘kestik’ diye açıklamalar yapsa da her seferinde ticaret verilerinde, rota gözlemlerinde sürdüğü ortaya çıkıyordu. Pratiğe gelince Gazze bombardımanına silah sağlayan, siyasi destek sunan, İsrail’in bölgedeki operasyonlarına istihbarat sağlayan ABD-NATO Kürecik Radar Üssü, İncirlik Hava Üssü, Çiğli Hava Üssü gibi üsleri kapatamıyordu. Diğer ülkelere neden somut adım atamdığı çağrıları yaparak odak dağıtmaya çalışıyordu. (Şunu da söylemeli, Gazze’ye ambargoyu kaldırma çağrısı yaparken Halep’te Kürt mahalleleri Şêxmeqsûd ve Eşrefiyê’ye HTŞ-SMO ambargosuna destek olursan; Suriye’deki Kürt kentlerine ambargo kaldırmayıp Nusaybin-Qsmişlo Sınır Kapısı, Şenyurt-Dırbesiye Sınır Kapısı gibi kapıları kapalı tutarsan sözün bağlam tutmaz, ciddiye alınmazsın, inandırıcı olamazsın, barış köprüleri kuramazsın)
Suudi Arabistan, BAE, Mısır, Ürdün gibi kritik pozisyondaki ülkeler de zaten Hamas-İhvan-ı Müslimin istemiyorlardı. Körfez ülkelerinin Suudi Arabistan öncülüğünde Katar’ı 2017-2021 kara-hava-denizden ablukaya almalarının nedenlerinden biri de Hamas ve İran’la ilişkileriydi zaten.
Türkiye nasıl ikna edildi?
İsrail ve Türkiye nasıl ikna edildi? Trump, başkanlığından beri NOBEL Barış Ödülü takıntısını her fırsatta dillendiriyordu. Ekimin ikinci haftası ödül açıklanacaktı. Trump, Gazze Gazinosu Planı’ndan vazgeçip ödül umuduna kapılmıştı, acele ediyordu. NATO merkezinin olduğu Belçika, BMGK üyeleri İngiltere, Fransa dahil çok sayıda ülke 2025 sonbaharında Filistin’i tanıyordu. Sumud Filosu ile birlikte çok sayıda ülkenin yönetimleri, baskı hissedince bazı adımlar atmak zorunda kalıyordu. Hatta bazı ülkeler İsrailli diplomatları sınır dışı ediyor, kimi ülkeler İsrail’le anlaşmaları iptal ediyordu. Anti-Semitizm hızla artıyordu. Bu İsrail’i yalnızlaştırıyordu. Netanyahu, Trump’ın kararlılığını yakalamışken Hamas’ı Gazze’den çıkarmanın büyük kazanç olacağını hesaplıyordu. Nasılsa yeni bir yönetimle yeni bir plan devreye koyabilirdi İsrail. Bu esas nedenlerle Netanyahu, Trump Planı’nı kabullendi. Türkiye, Mısır, Katar gibi ülkeleri Hamas’ın Gazze’den çıkmasına ikna etmişti. Hamas destekçisi İslam ülkeleri, “Gazze tamamen elden çıkacağına Hamas silahsızlansın ve çıksın” noktasına getirilmişti. Yine Doha’ya saldırıda Katar küçük düşmüştü, yenisini istemiyordu. Türkiye de ürkmüştü, Türkiye içinde İsrail Hamaslılara suikast yaparsa ve karşılık verilemezse daha zor duruma düşebilirdi. Ayrıca Türkiye, IMEC gibi ticaret koridorlarından, Doğu Akdeniz enerji koridorlarından dışlanmıştı. Doğu Akdeniz ve Kıbrıs ekseninde karşı bir denklem mayalanıyordu. Norveç bandralı Ramform Hyperion Kıbrıs’ın güneyinde enerji aramaları yapıyordu, baskılarla Türkiye arama gemileri Karadeniz’e çekilmişti. Yani hem Kıbrıs’ta hem Doğu Akdeniz’de Türkiye dışlanırsa domino etkisi yapabilir, Ege’ye kadar uzayabilirdi. Trump, gazaba gelirse Türkiye’nin Suriye’den de tamamen dışlanması tehlikesi vardı. Rusya’dan ve Hamas’tan uzaklaşma karşılığında ABD-Trump, Beyaz Saray’da ağırlama sırasında Türkiye’ye nükleer santral programına destek paketini, Irak-Federe Kürdistan petrolünün Kerkük-Ceyhan arasındaki paralel iki boru hattıyla yeniden akıtılmasını sağlamış, F-16 ile F-35 savaş uçağı satışı umudu vermişti. AKP-Türkiye; Kerkük-Banyas, IMEC, Doğu Akdeniz enerji denklemine söz sahibi olabilmek için de Trump’ın biçtiği Hamas’ı sürgün etme rolünü kabullendi.
Lakin çözüm Hamas’ın Gazze’den çıkmasında değil. Çözüm merkezsiz, üstünlük payesiz, üst kimlik-alt kimlik kurnazlığının olmadığı Katılımcı Eşitlik’te. Çok dilli, çok kültürlü Anayasal eşitliğin benimsenmesinde. Çözüm hiçbir ulusun tekçiliği dayatmadığı komünler üzerinden yükselen gönüllü konfederal (eş yürütmeli veya eş yürütme konseyli) sistemlerde.