Gülsen Yüksel imzasıyla Özgür Ülke Gazetesi’nde yayımlanan Gurbetelli Ersöz’e ait tek söyleşiyi Ersöz’ün ölüm yıldönümünde gazetemizde yer veriyoruz:
- Özgür Gündem aykırı bir gazeteydi. Yayıncılık ilkelerinde başta demokrasiyi kendine esas aldı, düşünce özgürlüğünü esas aldı. İnsan hakları ihlallerinin teşhircisi ve takipçisi olmayı kendine görev edindi. Bunları savunmak Türkiye’de başlı başına suç
- Karşı hücredeki Gültan Kışanak’a niye güldüklerini sordum. O duvarları bitişik olduğu için duymuş. ‘Gazete çıkıyormuş’ dedi. Gazetenin çıkışını duyduğumuzda moralimiz çok yükseldi. Cezaevine gönderildiğimde de Özgür Gündem elimdeydi
- Her yerde şunu belirttim: Biz böyle bir gazetede çalışmaktan onur duyduk. Her türlü saldırıya karşı da bu uğraşımızdan vazgeçmeyeceğiz. Bu onur duyulması gereken bir görevdir. Utanması gereken devlettir
Türkiye’nin ilk kadın genel yayın yönetmeni Gurbetelli Ersöz, 7 Ekim 1997 yılında hayatını kaybetti. 19 Haziran 1994 yılında Özgür Ülke gazetesinde Gülsen Yüksel imzasıyla yayınlanan Gurbetelli Ersöz’e ait tek söyleşiye Ersöz’ün ölüm yıldönümünde gazetemizde yer veriyoruz.
Özgür Gündem Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Gurbetelli Ersöz 1965 yılında, Elazığ’ın Palu ilçesinde doğdu. Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi bölümünden 1987 yılında mezun oldu. Aynı bölümde yüksek lisansa başladı. Araştırma görevlisi olarak çalıştı. 1990 yılında PKK’ye üye olduğu iddiasıyla tutuklanan Ersöz, 1992 yılında tahliye oldu. Özgür Gündem gazetesinde çalışmaya başlayan Ersöz, daha sonra Genel Yayın Yönetmenliği görevini yürüttü. 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde gazetenin merkezine yapılan baskında gözaltına alınan Ersöz, 6 ay tutuklu kaldığı Sağmalcılar Cezaevi’nden geçtiğimiz hafta içinde yapılan ilk duruşması sonucunda serbest bırakıldı.
Özgür Gündem gazetesi, uğradığı baskılara ve bunlara karşı direnmesiyle dünya basın tarihinde yerini aldı. Yayın hayatı boyunca 16 çalışanı öldürülen, bir muhabiri uğradığı saldırı sonucu felç olan, 2 muhabiri ise kaçırılan Gündem hakkında toplam 486 dava açıldı. Sonuçlanan 84 davadan gazetenin sahibi, yazı işleri müdürleri, muhabir ve çizerlerine toplam 16 milyar 305 milyon para cezası ile yaklaşık 64 yıl hapis cezası verildi. 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde başta gazetenin İstanbul’da bulunan merkezi olmak üzere tüm bürolarına baskın yapılması ve toplam 147 çalışanının gözaltına alınması ise Gündem’e yönelik baskıların zirvesini oluşturdu. 14 günlük bir gözaltı süresi sonunda gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Gurbetelli Ersöz, Müessese Müdürü Ali Rıza Halis ile 40’a yakın temsilci, muhabir ve idarecisi tutuklandı. Ersöz ile Halis, 6 ay sonra çıktıkları ilk duruşmada tahliye olurken, Kürdistan büro muhabirlerinin bir kısmı halen cezaevinde tutuluyor.
- Özgür Gündem gazetesi 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde basıldı. Gözaltına alındınız ve 6 ay tutukluluktan sonra tahliye oldunuz. Gündem’in basılması ve sonraki gelişmeler sizce ne anlama geliyor?
Gündem’e yapılan baskın öyle sıradan bir baskın olayı değildir. Süreç ve Gündem’in üstlendiği misyonu göz önünde bulundurduğumuzda, yapılan baskılar, devletin içinde bulunduğu durumu göz önüne sermesi açısından çok karakteristik bir örnektir. Uzun zamandan beri böyle bir komplo düşünüyorlardı. Aldıkları talimatla bu komployu faaliyete sokmanın telaşı içine düştüler ve 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü olduğunu göz önüne dahi almadan böylesi bir baskını gerçekleştirdiler. Biz bu saldırıların karşısında gerçek durumumuzu savunacaktık kuşkusuz. Savunduk da. Gözaltına alınış biçimimiz, gerekçeleri ve siyasi boyutları nedeniyle açlık grevi başlattık ve sonuna kadar yürüttük. Yalan yazdığımızı söylediler. Ben de Özgür Gündem’in şu ana kadar aldığı tekziplerin sayısının çok sınırlı olduğunu, bunların da asıl olarak devlet kurumlarından geldiğini, haberlerimizin gerçeklere dayalı olduğunu söyledim. Tavırları,
“devlet ne olursa olsun, ne yaparsa yapsın devletin güvenliği, bütünlüğü söz konusu. Bazı şeyler olabilir ama yazmamak da gerekir” şeklindeydi. Hatta gözaltındayken bana her gün gelip propaganda yapan birisi vardı; “benim gözlerimin önünde de arkadaşım öldü. Bir tanesi delirmişti. Gitti bir tane köylüyü öldürdü. Ama ben bunu söyleyemem. Çünkü o insan savaş nedeniyle o hale gelmişti” diyordu. Bu tarzda kendileri de bazı gerçekleri dile getiriyorlardı ama bizi yıldırmaya çalışıyorlardı.
- Sorguda ne kadar kaldınız?
10 Aralık tarihinden 23 Aralık tarihine kadar… Kaldığımız 14 gün içerisinde bütün arkadaşlar, baskı, hakaret ve ölüm tehdidine kadar pek çok baskıyla karşılaştı. Ben daha çok kaba dayak uygulamasına maruz kaldım. Ölümle tehdit ettiler.
- Sorguda ısrarla kabul etmenizi istedikleri şey neydi?
“Biz gazeteci değiliz. Örgüt tarafından görevlendirildik. Yazdıklarımızın çoğu yalandır. Doğru değildir. Bölgede gazeteyi dağıtma, haber alma adına örgütleme yapıyoruz. PKK ile birinci derecede organik bağlarımız var. Onların yönlendirmesiyle çalışıyoruz” tür ifadeleri imzalamamızı istiyorlardı. Birinci haftanın sonunda bu tür bir ifadeyi önüme getirdikleri zaman “ölüm pahasına da olsa okumadığım bir şeyi burada imzalamayacağımı” söyledim. Daha sonra her gün böyle bir metni imzalamamı dayattılar. En sonunda benim verdiğim ifadeyi yazdılar. Hatta bir kez yırtıp atmak zorunda kaldılar. Soruyorlardı, cevaplıyordum. Ama sonuçta okuduğumda gördüm ki farklı şeyler var. Daha sonra düzelterek yeniden hazırladılar.
- Savcılıkta farklı bir şey oldu mu?
Savcı polisin iddia ettiği şeyleri tekrar sordu. Ben poliste verdiğim ifadenin küçük bir ayrıntı dışında aynısını verdim. Poliste gazetede çalışanların bazıları çeşitli davalardan yargılanmış dememe rağmen ifademe bu, “çoğunluğu” diye geçirilmişti. Savcılıkta bu noktayı düzelttim. İşkence yapıldığı halimden anlaşılıyor, bunları ayrıntılı olarak anlatabilirim dedim; “tamam biliyoruz” dedi. Sorgu hakimi daha ilginçti. Kimlik tespiti ve daha önce tutuklanıp tutuklanmadığımı sorduktan sonra, “gazetede yayınlanacak haberler konusunda en son kimin karar verdiğini” sordu. Ben veriyorum dedim. Ve ardından tutuklanmamı istedi.
- Gözaltındayken gazetenin çıktığından haberiniz var mıydı?
Arkadaşlarımızdan Hüseyin Solgun’u çağırmışlardı. Gitti bir süre sonra geldi. Arka hücreden bir arkadaşla yüksek sesle güldüklerini işittim. Polis gidip dövdü, içeri koyup mazgallarını kapattı. Ben duyuyorum, bağırmalar oluyor. Karşımdaki hücrede bulunan Gültan Kışanak’a niye güldüklerini sordum. O duvarları bitişik olduğu için duymuş. “Gazete çıkıyormuş” dedi. Avukat, Solgun’a söylemiş. Gazetenin çıkışını duyduğumuzda moralimiz çok yükseldi. Ve gazetenin çıkışı onların amaçlarının boşa çıktığını gösterdi. içerideki baskıyı daha az hisseder olduk. Cezaevine gönderildiğimde de “Yola devam” manşetli Özgür Gündem sayısı elimdeydi.
- Özgür Gündem gazetesinin bu kadar baskı görmesinin nedeni neydi? Çalışanları öldürüldü, dünya basın tarihinde görülmemiş bir durumla karşılaştı.
Özgür Gündem aykırı bir gazeteydi. Devletin yansıttığı havaya aykırıydı. Şu ana kadar oturtmaya çalıştığı demokrasisine, sözde basının özgürlüğüne aykırıydı. Bu gazete şu ana kadar devletin yazılmasını istediği veya yazılmasına izin verdiği oranda gazetecilik yapanların, yorum yapanların tersine somut olay, olgu ve gerçeklerden, güncelden hareket ederek tek bir tarafa kaymadan, çok farklı kesimlerin görüşlerine, düşüncelerine dayanan bir haberciliği ve yayıncılığı esas aldı. Bu yayıncılık ilkelerinde başta demokrasiyi kendine esas aldı, düşünce özgürlüğünü esas aldı. İnsan hakları ihlallerinin teşhircisi ve takipçisi olmayı kendine görev edindi. Bunları savunmak ise Türkiye’de başlı başına suç. Bunları dile getirmeye çalışmak, bir anlamda Türkiye’nin hep yaşadığı ama kilit altına aldığını sandığı gerçekleri gün yüzüne çıkarmak, gösterilenlerin gerçekten ifade edildiği gibi, medyayla, yargı kurumlarıyla, her şeyiyle öyle olmadığını teşhir etmek anlamına geliyordu. Devlet için ise bunu susturmak gerekiyordu. Diğer medyanın işlevine çok fazla değinme gereği duymuyorum. Her gün hepimiz okuyoruz. Ama hiç bir ülkede medya ordu tarafından emir komutaya bu şekilde pervasızca davet edilmemiştir. Çünkü devlet, çok büyük bir çözümsüzlüğü yaşıyor. Bunları ortaya çıkarmaya çalışan Özgür Gündem ve sosyalist basın, hedef tahtasına konuluyor. Ancak her şeye rağmen Yeni Ülke ile başlayan, Özgür Gündem ile devam eden ve bugün Özgür Ülke’ye varan aykırı bir basın çalışması var. Bunlar hep devletin yok etme politikasının boşa çıkacağının göstergesidir. Ayrıca her yerde şunu belirttim: Biz böyle bir gazetede çalışmaktan onur duyduk. Her türlü saldırıya karşı da bu uğraşımızdan vazgeçmeyeceğiz. Bu onur duyulması gereken bir görevdir. Utanması gereken devlettir. Eğer Özgür Gündem, Dünya basın tarihinde rekorlar kırmışsa, bu Türkiye’nin utancı anlamına gelir.
- Basın davalarından cezaevine girenlerin sayısı günden güne artıyor. Bu konuda ne gibi adımlar atılabilir?
Cezaevinde basın davalarından yatan çok sayıda insan var. Tabii basın davaları olarak yalnızca gazetecileri değil, İsmail Beşikçi, Fikret Başkaya, Münir Ceylan ve çeşitli dergilerin yöneticilerini, çalışanlarını da düşünmek gerekir. Sadece Sağmalcılar cezaevinde şu anda 27 kişi düşünce suçlusu olarak yatıyor. İstanbul’ da bir iki DGM’nin her gün akşama kadar basın davaları ile uğraştığını düşünürsek, devletin bu kesimleri susturmak için nasıl bir mekanizma kurduğunu da anlarız. Cezaevindeyken basın davalarından yatan arkadaşlarla bu konuyu konuştuk. Bu yargılamaların artık kendi hukuklarıyla da çeliştiği, neyin suç olup olmadığına bakmadan bir Kürt, bir Kürdistan, işkence, işkenceci, ulusal kurtuluş mücadelesi vb. kelimelerden yola çıkıp davalar açıldığı, bunların teşhir edilmesi gerektiğine karar verdik. Ve bu yönde kamuoyuna bir çağrıda bulunduk. DGM’lerin bu uygulamaları nedeniyle, binlerce insan mahkemeleri boykot ediyor, duruşmalara çıkmıyor. Biz o insanlarla birlikte kalıyorduk. Şu anda birçok uluslararası kurum ve kuruluşlara başvuruları var. 24 kuruluşa dilekçeyle başvurdular. “Eğer savaşın ürünüysek, savaş kurallarının tam olarak uygulanması gerekir. Savaş esiri statüsünde yargılanmamız gerekir” diyorlar. Sadece İstanbul Sağmalcılar Cezaevi’nde 400’ü aşkın PKK’li nisan ayından beri eylemi sürdürüyor. Türkiyeli devrimci güçler de boykota başladı.
- Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Oraya geçmeden önce bir şey daha söylemek istiyorum. Son dönemde gazeteleri, köşe yazarlarını dikkatle izliyorum. Düzenin sözcüleri olan bazı köşe yazarları, Kürt sorunu konusunda kalemlerini değiştirmişler. DEP’in kapatılma davasına ilişkin yazdıklarını gördüğümde, daha önce onların yazdıklarıyla karşılaştırdığımda ,”niye bu kadar süre kör kalmayı kabul ettiler, ellerine ne geçti” diye düşünüyorum. Daha fazla bu körlüğe bu sağırlığa katkı sunmamak, bunun öncülüğünü yapmamak lazım. Sorunların halkların kardeşliği temelinde çözülmesi için her insanın kendi üzerine düşeni yapması gerekiyor. Burada basının rolü birinci sıradadır. Savaştan en çok zarar gören Türk ve Kürt halkları ise, halkların kader birliği, aynı çatı altında yaşamaları isteniyorsa, o zaman bunun olanaklarının yaratılması ve bu savaşın ortadan kaldırılması için medyanın, gazetecilerin, diğer demokrasi güçlerinin üzerlerine düşeni yapmaları gerekiyor. Kan dökülmesine ortak olmayalım basın olarak. Sorunuza gelince, biz gazetecilik anlamında şu ana kadar yaptıklarımızdan onur duyuyoruz, Özgür Gündem bu rolü üstlenmişti, bu rolünü sürdürmeye çalıştı, ama yasalar onun yayınına devam etmesine elvermiyor. Yasalar izin vermiyorsa bu kez bunu yapma kararlılığında olan, bunun sorumluluğunu üstlenen hangi kurum, kuruluş olursa, hangi isim altında olursa olsun, önemli değil, orada da biz bu mücadelemize devam ederiz.
HABER MERKEZİ