Nazım’ı hiç tanımıyorsanız, yanına gitseniz sizi o umut dolu gülüşüyle karşılardı. “Merhaba” der, halinizi sorar, sizi dinlerdi. Saygısını, sevgisini ilk dakikada hissederdiniz. Yüzünüzde bir sıkıntı görse “Ne oldu?” diye sorardı. Çünkü siz onun çok sevdiği ülkesinin güzel insanıydınız
Doğan Cihan
Biten hikâyeler anlatılır; ama ben, bende hâlâ devam eden bir hikâyeyi anlatmaya çalışacağım. Çünkü bu hikâye, yaptığım her haberde, yazdığım her cümlede, çektiğim her fotoğrafta ve kayda aldığım her görüntüde yaşamaya devam ediyor.
Nazım Daştan…
Siz, Aralık ayında Tişrin Barajı cephesini takip ederken, Türk devletinin insansız hava araçlarınca hedef alınarak arkadaşı Cihan Bilgin ile birlikte katledilen bir gazeteci olarak tanıdınız onu. O, en zor koşullarda halkın haber alma hakkını savunan bir emekçiydi.
Onu tanımayanlar için “Kürt gazeteci” Nazım’dı; bilenler için ise güzelimiz, kibârımız Nazım, sinemaseverimiz, çocukların Xalo’su, Nadide Şikeftimizin emektarı…
Geceleri ve sabahları düşündüm: Nazım’ı yazabilir miyim? Ona ne yazabilirim? Ben kimim ki onun hakkında yazayım?
Sonra düşündüm: O beni yazardı. Ben de ona, elimden gelirse, iki kelam etmeliyim.
Anılara dalarsam çıkamam, o yüzden oraya girmeyeceğim. Ama bir insanın ülkesini, halkını, mesleğini sevip, bu uğurda canını feda edişine tanıklık etmek… işte biz bunu Nazım’da gördük.
Suriye yangın yeri… Bir saat sonra ne olacağı belli değil. Televizyonlarda ahkâm kesenler o zamanlar uçaklardan köşe bucak kaçıyor, koca koca siyasetçiler saniye saniye Suriye’yi izliyordu. O anların yazısı yazılır mı bilmiyorum ama kimse farkında değildi: (direnenler, savaşanlar hariç) Rojava devrimi büyük bir tehlikenin içindeydi. Savaşı yürütenlerin sesi yoktu, ülke ve Rojava belirsizliğin karanlığına doğru sürükleniyordu.
İşte o günlerde Nazım, büyük emek verdiği, özgürlüğünü gözleriyle gördüğü, yüzlerce gencin şehit düştüğüne tanık olduğu, sevdiği insanlardan parçalar bıraktığı Minbic’e gitmeye karar verdi.
Tarihin en soğuk günleri… Aralık ayı. Rojava nefes almakta zorlanıyor. Bir fırtına yaklaşmakta ve herkes bunun farkında.
Nazım, o fırtınayı yüreğine alarak, 3 Aralık 2024’te Hesekê’den yola çıktı. Hesekê–Rakka–Tabqa–Minbic… Oradan da Tişrin Barajı ve Sirin’e.
Bilmediği ama gitmesi gerektiğini hissettiği; hayalini kurmadığı ama yeniden tanıklık etmek ve dünyaya anlatmak istediği yerlere…
O günler Rojava için nefes almanın bile zor olduğu zamanlardı. Kara bulutlar çökerken, Nazım o bulutların arasından haber, fotoğraf, hikâye ve görüntüyle bir nefes açıyordu. Rojava devrimini izleyen, yaşayan, tanıklık eden bir gazeteci olarak onun çalışmaları bugün filmlerde, salonlarda, festivallerde insanların karşısına çıkıyor.
Nazım’ı hiç tanımıyorsanız, yanına gitseniz sizi o umut dolu gülüşüyle karşılardı. “Merhaba” der, halinizi sorar, sizi dinlerdi. Saygısını, sevgisini ilk dakikada hissederdiniz. Yüzünüzde bir sıkıntı görse “Ne oldu?” diye sorardı. Çünkü siz onun çok sevdiği ülkesinin güzel insanıydınız.
Nazım’ın kimseye kızdığına, kırıldığına tanık olmadım. Naifti, sevgi doluydu, gözlerinden belli olurdu.
Onun yokluğundan söz etmiyorum; çünkü nasıl yazılır bilmiyorum. Ama bildiğim şu ki: Bu kirlenmiş, çıkar üzerine kurulu dünyada maddiyattan uzak, maneviyatla bağ kurabilen, insanlara dokunduğunda iz bırakabilen çok az insandan biriydi.
Mesleğinde ilkeliydi, toplumuna ve ülkesine hizmet etmeyi severdi. Haberleri, fotoğrafları, hikâyeleri ve görüntüleriyle Rojava devrimini Kürdistan’da, Türkiye’de ve dünyanın pek çok ülkesinde görünür kıldı. Gönüllerde yer etti.
Ben üç yıl boyunca onun emektarlığına birebir tanıklık ettim.
Hastalığımda, üzüntümde, sevincimde yanımdaydı. Saatlerce gülerek halay çektiğimiz, derdimi çekmekten hiç yorulmayan bizim Warnas…
Nazım’ı tanımak, görmek, onunla yaşamak, aynı yolu yürümek bir şanstı.
Son olarak 3 Aralık akşamı, Efrîn halkının yeniden göç yollarına düştüğü o ağır anlarda sarıldık. Kısacık bir vedaydı. Bir daha görüşemedik.
Ama herkesin içi rahat olsun: Nazım güzel yaşadı.
Etrafına güzellik katan, kırmadan dökmeden emek veren, iyiyi elleriyle ören bir insandı. Güzeli yaşadı ve bize güzeli bıraktı.
Ben ondan razıyım.
Çok derdimi çekti.
Yeri incitmesin Nazımı…
Ve bitirirken…
Kürdistan’ın o engin, özel, yüksek dağlarında dolaştık birlikte. Arabaya biner binmez “Bizim şarkıyı aç” derdi. Ben de açardım Koyê Dersim – Zahf Berzo’yu. Yol boyunca eğlene eğlene giderdik.
De lêxe… bila deng biçe Gilîdaxê…









