Son bir haftada peş peşe yaşanan gelişmeler, yalnızca siyasi taktik hesapların değil, tarihsel bir dönemecin işaretleri olarak okunabilir. Kürt sorununun barışçı çözüm yolunun genişlemesinde artık geri adım atılması zor ya da faturası ağır bir yola girilmiş oldu. Ancak bu gelişmenin demokratik bir kulvara yönelmesi ile iktidarın dilediği gibi oynayacağı bir yol olup olmaması muhalefetin, demokratik güçlerin, sol ve sosyalistlerin tutumuyla ilintili.
16 Kasım 2025’te Kürt Hareketi Zap bölgesindeki güçlerini çektiğini açıkladı. Örgütün feshi, silahların yakılma töreni, sınır içinden çekilme ve son olarak, ‘Olası istenmeyen gelişmeleri önlemek’ için yapılan Zap’tan çekilme, Öcalan’ın çağrısıyla başlayan ve art arda atılan adımların bir devamı olarak siyasi bir irade beyanıydı. Bu, artık geciktirilen siyasi ve hukuki adımların atılarak çözüm için konuşma zamanının geldiğini, yani ikinci aşamayı gösteriyor.
Bahçeli’nin ‘gerekirse İmralı’ya giderim’ çıkışı
Tam bu atmosferde, 18 Kasım Salı günü MHP lideri Devlet Bahçeli’nin TBMM grup konuşmasında yaptığı şu cümleler adeta siyasi bir deprem etkisi yarattı: “Üç maymunu oynayanlar var… Gerekirse yanıma üç arkadaşımı alır, İmralı’ya giderim.” Bu sözler, 1999’dan beri Abdullah Öcalan’la açık olarak hiçbir resmi temas kurulmayan, tecridin en ağır şekilde sürdürüldüğü İmralı kapısını ilk kez bu kadar yüksek perdeden ve bu kadar net bir şekilde araladı. Bahçeli’nin bu çıkışı, aynı zamanda Cumhur İttifakı’nın ortak iradesinin nasıl şekillenmesi gerektiğinin dışavurumuydu.
Erdoğan’ın üstü kapalı onayı
Ertesi gün, 19 Kasım çarşamba günü, Erdoğan AKP grup toplantısında Bahçeli’ye övgüler dizdi ve kritik cümleler kurdu; “Sayın Bahçeli’nin çağrısını kıymetli buluyorum…” “Türkiye’nin kangren olmuş meselelerini çözme zamanı gelmiştir…”
Erdoğan, İmralı’ya gidişe açıkça “evet” demese de her zamanki gibi türlü hesaplar içinde olsa da “Komisyon en doğru kararı verir,” dedi. Sorumluluk almaktan kaçınmış olsa da İmralı kapısını Komisyon için aralamış oldu. Bir gün sonra, 20 Kasım perşembe günü AKP Grup Başkanvekili Abdullah Güler’in “İmralı’ya heyet gidecek” mealindeki açıklaması ise -ciddi bir kırılma olmasa da- artık geri dönüşü olmayan ikinci aşamaya geçildiğini gösteriyor.
İktidarın stratejisi ve CHP’yi köşeye sıkıştırma hesabı
Ancak iktidar, bu süreci birçok hesapla başlattı. Temel hedeflerinden biri, ana muhalefet partisi CHP’yi zor bir ikilem içine sokmaktı. Şimdi o eşikteyiz. CHP ya bu tarihi sürece omuz verecek ve Türkiye’nin demokratikleşmesine evrilmesi olası gelişmelerde rol oynayacak ya da parti içindeki ulusalcı-şoven kanadın baskısıyla “İmralı’ya gitmeyiz” diyerek iktidarın oyununa düşmüş olacak.
Ne var ki, CHP’nin bugüne kadarki tutumu bu ikilemi boşa çıkarma potansiyeli taşıyor.
Özgür Özel liderliğindeki CHP, DEM Parti’ye kayyım atamalarına karşı net tavır aldı, Kobani davasında hukuksuzluğa karşı sesini yükseltti, TBMM Çözüm Süreci Komisyonuna katılmama baskılarına boyun eğmedi. Şimdi de aynı cesaret ve tarihsel sorumlulukla hareket etmesi beklenir.
CHP eğer İmralı heyetinde yer alır, açıkça destek verirse; birincisi, iktidarın “CHP engel oldu,” bahanesini ve oyalama hesabını elinden alır. Daha önemlisi 100 yıllık inkâr politikalarının sorgulanması sürecinde önemli bir aktör olur ve üçüncüsü 25 yıllık AKP iktidarının sürmekte olan hukuksuzluklarının ve sorumluluklarının hesabını tüm muhalefet olarak sorma fırsatını yakalar. Dahası demokratik Türkiye’nin asli kurucu unsuru olmanın adayı olarak Türk ve Kürt eşit kardeşliğindeki kararlılığını bir kez daha kanıtlar.
İkinci aşamanın somut adımları
Zira süreç artık laf değil, icraat aşamasındadır ve burada muhalefete büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Bu eşiğin atlanması iktidarın keyfiyetine bırakılmayacaksa burada muhalefetin rolü tayin edici olacak. Bunun için, TBMM Çözüm Komisyonu heyetiyle İmralı’da Öcalan’la görüşme ilk adımdır. Süreç, parti raporlarının hazırlanması, Komisyonu’nun raporu, yasal ve hukuku yasal düzenleme önerileriyle ilerletilecekse ana muhalefet sorumluluk almak zorunda. Bu tutum, aynı zamanda tüm hukuksuzluklara karşı mücadele hattını büyütme potansiyeline sahip.
Güven lafla değil, somut tahliyelerle inşa edilir…
AİHM ve AYM kararlarının gecikmeksizin uygulanmasında muhalefetin mücadelesinin önemine değinmeye gerek yok. Birer siyasi dava olan Gezi davası tutuklularının serbest bırakılması, Kobani kumpas davasının düşürülmesi, hasta ve yaşlı tutukluların tahliyesi, Cezaevleri izleme kurullarının keyfi kararlarının iptali, infaz yasasında eşitlikçi düzenleme gibi sorunlar iktidarın insafına bırakılamaz. Bu adımlar atılmadan hiçbir yasal-hukuki düzenleme vaadinin anlam ifade etmeyeceğini her adımda söylemesi gereken muhalefetin ortak tutumu olacaktır.
Türkiye, bu aşamada 100 yıllık inkâr, ret ve asimilasyon politikalarını toprağa gömecek olanakları yaratabilir. İmralı’ya açılan kapı, tahliye edilmesi beklenen siyasi tutuklular. Yasal ve hukuki düzenlemeler… Tüm bunlar birer pencere. Bu pencereleri geniş açmak için toplumsal hareket, sol, sosyalist güçler sorumluluk altında. Kürt sorununu çözmüş demokratik bir Türkiye’yi kurmak iktidarın değil, muhalefetin, özellikle ana muhalefet CHP’nin, Kürt hareketinin ve tüm demokratik devrimci güçlerin ortak sorumluluğudur.









