Nihayet Türk devletinin yetkilileri, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmek üzere İmralı’ya gitmeye karar verdiler ve bu karar bile bütün toplumu heyecanlandırdı, umutları büyüttü. Bir yılı aşkındır gösterilen çabalar ve harcanan emekler, İmralı’da sayın Öcalan’la yapılacak olan görüşmeyle taçlandırılmış olmaktadır.
Bu kararın sayın Öcalan’ın yoğun çabalarıyla sağlandığı açıktır ve bu unutulmamalıdır. Çünkü Sayın Öcalan, barışı ve demokrasiyi gerçekleştirmek için her türlü fedakârlığı ortaya koymaktadır. MHP lideri Bahçeli’nin sürecin bu noktaya gelmesinde önemli bir rol oynadığını da kaydetmek gerekir.
Çok yönü etkilerinin ve sonuçlarının olacak olan bu tarihi kararın Kürtler, Aleviler, ezilenler ve bütün barış ve demokrasi isteyen toplumsal güçler açısından son derece değerli olduğu açıktır.
Türk devletinin yüzyılı aşkın tarihinde böyle bir durum ilk defa yaşanmaktadır.
Yüz yıllık tarih de Kürt halkının direniş önderleri devlet tarafından katledilmişlerdir. Alevilerin sisteme teslim olmamalarının karşılığı hep soykırım olmuştur. Türkiye’de sürdürülen devrimci mücadelenin önderlerinin akıbetleri katedilmek olmuştur.
Özetle Türk devleti ilk defa, devletten hak talep eden, bu amaçla isyan eden, Kürt halkının önderi Öcalan ile bir masanın etrafında yüz yüze, göz göze görüşecektir. Üstelik bu görüşme, isyan önderini idama götürmek için değil, isyan gerekçesi olan sorunların demokratik çözümü için müzakere amacıyla yapılmaktadır.
Müzakere masasında, Türk devleti ile Kürtleri temsilen başmüzakereci sayın Öcalan bulunmaktadır.
Tabii bu süreçte yaşananların her birisi başlı başına anlamlıdır ve bunların yoğun tartışmalara yol açması bundandır. CHP’nin İmralı’ya gitmemesi, en hararetli tartışma konusudur.
İlk olarak, CHP’nin Kürtlere, Alevilere, emekçilere, kadınlara, yani barışa ve demokrasiye ihtiyacı olan herkese zararlı olan bu tutumu, bugünde, tarihten de tartışılacaktır. İkinci olarak bu kararın CHP’ye zarar verdiği, AKP’ye yaradığı açıktır. CHP’nin Kürtleri ve Alevileri ötekileştiren, mıymıntı, kişiliksiz, ırkçı, gerici ve tutarsız politikaları hükümet olmalarını engellemektedir.
Bu politik çizgiye esir olan CHP bunun sonucu olarak, 19. Mart’tan beri söylediği “kurtuluş yok tek başına ya hiçbirimiz ya hep beraber” sloganına uygun davranmadığını, böyle bir iradeyi göstermediğini ortaya koymuştur.
Halbuki toplumsal siyasal önderlik risk almayı, yaratıcı kararlar geliştirmeyi gerektiren bir fonksiyondur. Tam da Sayın Önder Öcalan’ın yaptığı gibi. Bunu yapamayanlar, güç ve iktidar sahibi olamazlar.
CHP’nin bu tutumuna dair geliştirdiği argümanların hiçbirisi makul ve ikna edici değildir. Geliştirilen söylemlerle gerçeklerden kaçmanın teorisi yapılmak isteniyor. Halbuki barıştan ve demokrasiden kaçışın argümanı da teorisi de olmaz. Ayrıca CHP’nin İmralı’ya gitmesine “tabanının karşı çıktığı iddiası” doğru değildir, büyük bir yalandır. CHP içinde barış ve demokratik toplum sürecine karşı çıkanlar, CHP tabanı değil, gerçekten barıştan ve demokrasiden korkanlardır.
Söz konusu ziyaret bağlamında, “Öcalan’a meşruiyet kazandırmak” diye son derece seviyesiz bir söz dolaşıma sokuldu. Bu süreçle ilgili, devleti yöneten veya yönetmeye aday, bütün yetkililerin içinde meşruiyeti hiçbir biçimde tartışılamayacak olan sayın Öcalan’dır. Dört parça Kürdistan’da milyonlarca Kürt halkının “önderim” diyerek uğruna ölümlere gittiği sayın Öcalan’ın meşruiyetini tartışmak tam bir saygısızlıktır.
Şüphesiz CHP’nin tutumu da diğer güçlerden kimin ne yaptığı, kimin ne yapmadığı, neden yapmadığı da önemlidir, değerlendirilecektir.
Fakat asıl önemli olan, bir yılı aşkındır, gösterilen bütün çabalar ve harcanan bütün emekler, İmralı’da sayın Öcalan’la yapılacak olan görüşmeyle taçlandırılmış olmasıdır.
Süreç başladığından beri ilk defa bu gelişmeyle toplumun umudu büyütülmüştür. İlk defa bu kararla devlet, toplumun heyecanlanmasına yol açan bir adım atmıştır.
Bu gelişmeye gereken değer verilerek sürecin ilerlemesi sağlanmalı, bunun için demokratikleşme adımları, bekletilmeden ve sistemli bir biçimde atılmalıdır.
Demokratik adımların atılması, demokrasi güçlerinin ve DEM Parti’sinin omuzlarındadır. Çünkü demokrasi, demokrasi güçlerinin ve DEM Parti’nin yoğun, ısrarlı ve etkili kitle mücadeleleriyle mümkün olacaktır.
Bu mücadelenin ana gücü olan DEM Parti, sadece demokrasi isteyen üçüncü büyük parti değil, demokrasiyi bu topraklara taşıyacak olan ana muhalefet partisidir. Bu perspektif, bu sorumluluk ve bu vizyon DEM Parti’nin önündeki görev ve sorumluluktur. Üstelik bu gelişmelerle DEM Parti’nin ve demokrasi güçlerinin yapması gereken çok iş olduğu ortaya çıkmıştır.
Öte yanda devletin bütün fraksiyonlarının barışa ve demokrasiye hiç istekli olmadığı, yaşanan gelişmelerden tekrar tekrar ortaya çıkmaktadır. O nedenle halkların ve demokrasi güçlerinin hem sürecin selametini sağlamak hem de yeni mücadele döneminde daha çok örgütlenmek ve daha çok mücadele etmek gibi bir görevle karşı karşıya olduklarını belirtmek gerekmektedir.









