• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
24 Kasım 2025 Pazartesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Forum

Araplar yüzünü Özerk Yönetim’e döndü

23 Kasım 2025 Pazar - 23:00
Kategori: Forum, Manşet
Araplar yüzünü Özerk Yönetim’e döndü

Türkiye’nin Suriye’de tek istediği şey Kürtlerin bir statüye kavuşmamasıdır. Bunun dışında bir beklentisi, hesabı yoktur, mümkün olduğunca Kürtleri ve kazanımlarını sınırlandırmak, Suriye’de bir güç haline gelmelerinin önüne geçmek esas politika olarak belirlenmiş gibi görünüyor ve bunda ısrar ediyor

Dilan Dîlok

Türkiye’de bir yılı aşkındır, Önder Abdullah Öcalan’ın ısrarlı çabalarıyla bir süreç yürütülüyor. Söylem düzeyinde Türk devleti de olumlu mesajlar vermesine rağmen, somut anlamda bağlayıcı herhangi bir adım atmadığı gibi işi sürüncemede bırakma, değişik alternatifleri alttan alta arama gibi durumları her zaman gün yüzüne çıkıyor. Dolayısıyla barışa evrilebilecek bu süreci tamamen angaje olmamak için adeta özel bir çaba harcadığı söylenebilir. Bilindiği gibi PKK’nin fesih edilmesi, Kuzey’de silahlı savaşın durdurulması, ülkedeki silahlı güçlerin Medya Savunma Alanlarına çekilmesi ve en son güçlerin Zap bölgesinden çekilmesi gibi peş peşe ısrarla Önder Apo’nun ve Kürt Özgürlük Hareketinin attığı adımlar ortadayken, Türk devletinin adeta ipe un serme biçiminde tanımlanabilecek, komisyonlar, tartışmaları uzattıkça uzatması ve yine toplum için de yer yer gelişen provakatif tutumların, eylemlerinde ortaya çıkması bu planlamada yer alan devletin değişik renkteki hamleleri olarak okunabilir.

Görüldüğü kadarıyla Türk devleti Suriye’deki durumların biraz netleşmesini beklemekte ve bu noktada beklentilerinin karşılanmasına orantılı olarak Kuzey’de de adım atacak ya da farklı arayışlara girecektir. Yani artık işin rengi Suriye-Rojava’daki gelişmeler olmuş gibi görünüyor ki baştan beri de bu eğilimler vardı zaten.

Peki Türkiye, Suriye’de tam olarak ne istiyor?

Bu soru çokça soruldu, yazıldı, çizildi. Defalarca değişik biçimlerde dile getirildi. Aslında kısaca şu söylenebilir; Türkiye’nin Suriye’de tek istediği şey Kürtlerin bir statüye kavuşmamasıdır. Bunun dışında bir beklentisi, hesabı yoktur, mümkün olduğunca Kürtleri ve kazanımlarını sınırlandırmak, Suriye’de bir güç haline gelmelerinin önüne geçmek esas politika olarak belirlemiş gibi görünüyor ve bunda ısrar ediyor. Bunu değişik argümanlarla sözlü dile getiriyor, hiçbir şey yapamasa da bazı bölgelerin Kürtlerin kontrolünden çıkartılması ve giderek zayıflatılması, Kürtlerin bölge siyasetinde etkili olabileceği var sayılan noktaların, Kürtlerin kontrolünden çıkarılması biçiminde hamlelerini peş peşe sürdürüyor. Tabi sadece bununla yetinmiyor, hâlâ Suriye toplumu içinde özellikle belli Arap çevreleri üzerinden Kürt karşıtlığını örgütleme çabaları da hız kesmeden devam ediyor. Belki sadece Kürtlerden ibaret olsaydı Suriye’deki sorun veya şu an ki oluşan iktidarın yaşadığı sorunlar Türkiye’nin eli daha güçlü olabilirdi. Fakat Suriye’nin toplumsal yapısı, bileşenleri dikkate alındığında Türkiye’nin tezlerinin ne uluslararası alanda ne Suriye sahasında elle tutulur hiçbir yanı yok, buna rağmen Türk devleti bunda ısrarını sürdürüyor. Öte yandan Dürzilerin durumu var, onların İsrail ile geliştirmiş olduğu çok sıkı ilişkiler var. Bir anlamıyla İsrail’in koruması altına alınmaları var. Alevi toplumunun durum karşısında endişeli ve arayış içerisinde olması var, belli güçlerinde buraya el atıp, buradan hareketle çalışmalar yürüttüğü biliniyor, ha keza Süryanisinden, Asurisine, Ermenisinden, Türkmenine kadar tüm farklılıkların endişelerine çözüm olarak Özerk Yönetim modelini çare olarak görmeye başladıkları bir zeminde. Bütün bu faktörler düşünüldüğünde Suriye’de Türkiye’nin düşündüğü gibi, dile getirdiği gibi merkezi, deyim yerindeyse, eski BAAS’ın değişik bir versiyonunun kurulmasını beklemek gerçekçi değil. Olabilecek bir şey de değil ama Türk devleti adeta şuursuzca, gözünü karartmış bir şekilde Kürt düşmanlığı üzerinden bu noktada ısrarını sürdürmeye devam ediyor. Hal böyle olunca da eğer bugün Suriye’deki açmazdan bahsedeceksek ya da Suriye’de gerçekten bir çözümsüzlük söz konusuysa buradaki ana faktörün Türkiye olduğunu hatırlatmakta yarar var.

Peki Suriye de ne olacak?

Öncelikle şunu net söylemek gerekir, her ne olacaksa Suriye de, bir defa İsrail için tehdit olmayacak, uluslararası hegemon güçlerin başta ABD’nin, Fransasından Britanyasına kadar koalisyon oluşturulan irili ufaklı tüm ülkelerin ortak kaygılarından birisi İsrail’in güvenliğidir. Bu yeni bir durum değil baştan beri olan bir durum, dolayısıyla İsrail’in istemediği bir dizaynın Suriye’de olması pek mümkün görünmüyor. Türkiye’nin çabaları da her defasında gelip buna çarpıyor, Türkiye’de aslında bir yerden sonra istediğine ulaşamayacağını biliyor fakat buna rağmen acaba bütün bu hengame içerisinde en azıyla Kürtleri nasıl geçiştirebilirim arayışından da vazgeçmiyor.

Bütün bunlara rağmen Suriye’de yürütülmeye çalışılan bir durum var. Peki Suriye’de son durum ne?

Ahmed Şara ve ekibinin Washington’a çağrılması, Trump tarafından kabul edilmesi, basına yansıyan laubali ilişkiler ve ele alınış biçimi düşünüldüğünde, belli ki küresel hegemonik güçler Suriye’de Şara ve ekibine bir şans vermek ve bunlar eliyle bazı şeyleri gerçekleştirmek istiyorlar. Bunun Suriye sahasında da tabi bir karşılığı olacaktır. Akıllara ilk gelen soru peki burada ne yapmak istiyorlar? Amaçları ne olabilir, niçin Ahmed Şara diğer ismiyle Colani, daha öncesinde başına milyonlarca dolar ödül koydukları bir kişiyi ve bunun ekibini ısrarla Suriye’de meşru bir güç olarak dünyaya pazarlama ve bunu bizzat ABD kendisi yapıyor. Avrupa’daki güç merkezleri yapıyor, Arap devletleri yapıyor, dünya da kabul görüyor, BM’ye götürülüyor, burada konuşturuluyor, sunuluyor. Burada şunu anlamak mümkün sistem dışı olan, sistem karşıtı olan yapılar bunlar eliyle ıslah edilip, sistem içine çekilmeye çalışılıyor. Bu çokça bilinen, yaygın bir şekilde uygulanan bir siyaset biçimi Türkiye’nin de bunun olması için katalizör bir rol oynadığı söylenebilir.

Peki bu Suriye içerisine nasıl yansıyacaktır?

Çünkü bilindiği gibi İdlib’te şekillenen bu yapılanma şeriatçı, İslami hilafet devleti kurmayı hedefleyen, aslında DAİŞ’in bir değişik versiyonu -ki daha önce birlikte olan ve daha sonra birbirinden ayrılan iki yapıdan bahsediyoruz- aşağı yukarı söylemleri aynı, sadece DAİŞ ismi çok fazla deşifre olduğu için, çok fazla teşhir olduğu için, çok fazla hedef haline geldiği için bu isimden biraz uzak durmaya çalışıyorlar ama zihniyet DAİŞ zihniyetidir. Hedeflerde aşağı yukarı aynıdır ki gerek DAİŞ, gerekse bu yapı EL Kaide kökenlidir. Şimdi Şara’nın bu yaklaşımı, ABD ile sıkı ilişkileri, Avrupa ile ilişkileri, Koalisyon tarafından kabul edilmeye başlaması, hatta giderek DAİŞ’e karşı mücadele eden koalisyonun bir parçası olma yönündeki eğilim ve yaptıkları anlaşmalar, Suriye içerisinde bunların taraftarı olan güçler içerisinde de ciddi bir huzursuzluk, ciddi bir endişe kaynağı ve yer yer çatışma kaynağı haline gelmeye başlıyor. Bu sıkıntı ve sorunu nasıl aşacakları da ayrı bir muamma. Belli ki dünyadaki hegemon sistem tam da bunu yapmak istiyor, yani bunlar eliyle radikal İslamcı, cihadist yapıları tasfiye ederken, bir bölümünü de sisteme entegre ederek, İsrail etrafında bir güvenlik çemberi oluşturacaklar. Bunları kendi dünyaları için tehdit olmaktan çıkaracaklar, çaba bu yönde. Ha bunda başarılı olup olamayacakları da ayrı bir konu.

Burada unutulmaması gereken temel hususlardan bir tanesi burada İran patronluğunda bir ‘Şii Direnişi’ olarak kendini tanımlayan bir eğilim söz konusuydu bu tasfiye edildi. Bunların biraz öne çıkarılması da bunun sonucu. HTŞ’nin Şam’a iktidar yapılmasının da bunla bağlantılı bir hamlenin parçası olarak görünüyor ki öyledir. Sonrasında da Türkiye eli ile bunun Sünni versiyonunun örgütlenmeye başlaması herhalde İsrail veya Batı tarafından kabul görmeyeceği çok bilinen bir şeydi -ki nitekim Türkiye’de bunu anlamışa benziyor. Yani deyim yerindeyse ‘kendisine pabuç bırakmayacaklarını’ anladığı için Türkiye olayı sadece ‘Kürt anasını görmesin’ noktasına indirgemiş durumdadır. İşte bundan sonra Suriye nasıl olacak sorusunu düşünmekte ve bunun üzerinden tartışmakta yarar vardır.

Şam’da meşru olarak kabul edilen hükümet ve onun etrafında oluşan güçler düşünüldüğünde kendi içinde ciddi bir disiplini olmayan, son derece parçalı, yer yer farklı eğilimler gösteren, şehir şehir, bölge bölge, grup grup farklı eylemler gösteren yapılardan oluşan ve deyim yerindeyse her an birbiri ile çatışma pozisyonu alabilecek, potansiyele sahip yapılardan söz ediyoruz. Ne bunlardan sağlıklı bir ordu çıkabilir ne de ortak hareket edebilen bir yönetim oluşma ihtimali yok denecek kadar zayıf. Diğer bir yapı ise Türk devletine göbekten bağlı maaşını da onlardan alan ve biraz Türk devletinin Suriye içinde uzantısı paramiliter yapılar söz konusu. Bunlarda yer yer Türkiye’nin eylemine ve dönemsel ihtiyacına göre Şam’a yakın dururken, Şam’da resmi görevler almışken, öte yandan da yer yer Şam’ın gündemini değil de Türkiye’nin gündemini dayatan yapılardır. İşte bütün bunlardan bir Suriye devleti ya da bir Suriye ordusu ortaya çıkamıyor. Dolayısıyla Suriye’deki ilk başta Arap toplumundaki beklentilerde, hatta Şam’a yönelik eğilimlerde, Kuzey ve Doğu Suriye bölgelerindeki Arapların da Şam’a yüzünü dönmesine yol açan gelişmeler bir süre sonra sönümlendi ve şu anda adeta o alan bir kaos alanı, endişe alanı olarak görülüyor. Halklar yönünü daha çok Özerk Yönetim bölgelerine çevirmeyi tercih ediyor, özellikle Araplar arasında bu durum gözle görülebilecek bir değişiklik.

O halde ne olabilir?

Büyük ihtimalle Şam’daki önemli bir çevre de bunu kabul etmiş görünüyor. QSD’nin ve Kuzey ve Doğu Suriye idare yapısının da karşılıklı birbirine entegre olabilecekleri bir çözüm gelişebilir. En makul olan budur. Bu eğilim aslında uluslararası alanda da biraz kabul görüyor.  Fakat buradaki direniş noktası Türkiye’dir. Türkiye ve Türkiye’ye bağlı paramiliter güçlerdir. Nitekim en son Trump ve ekibi ile yapılan görüşmeler sonrası Türkiye adına Dış İşleri Bakanı Hakan Fidan’ın da bizzat yer aldığı biliniyor. Sonrasında Türkiye’ye bağlı çetelerin Özerk Yönetime bağlı alanlara saldırılarıdır, bazı mitingleridir, gösteriler yapılmaya başlandı ki bunlar hepsi Türkiye’nin direktifiyle olan şeyler. Türkiye olup bitenlerden, Suriye sorununun çözümünün elinden kayıp bizzat Amerika dosyası haline gelmesinden oldukça rahatsız. Bunu yüksek sesle dile getiremiyor ama sık sık söyledikleri gibi, ‘biz çözen taraf olmazsak ta bozan taraf oluruz’ biçiminde bir pozisyonda duruyor ve şu anda da bu rolü oynamaya devam ettiği söylenebilir.

Yani Suriye’ye yaklaşım aslında artık Türkiye’nin de kaderini belirleyecek bir turnusol kâğıdı gibi bir özellik taşıyor. Türkiye artık bir karar vermek zorundadır. Ya gerçekten realist bir siyasete dönecek, çünkü gerek uluslararası konjonktür gerekse Suriye’nin iç dinamikleri Türkiye’nin dayattığı gibi bir çözümü mümkün kılmıyor. Türkiye ya makul olana gelecektir ya da burada dışlanacaktır, başka bir seçenek yok Türkiye açısından. Tabi bu aynı zamanda Türkiye’nin kendi iç dinamikleri, iç siyaseti açısından da geçerlidir. Çünkü Türkiye’nin burada alacağı pozisyon kendi iç huzuruna ve barışına da yansıyacaktır. Türkiye bu konu da bir karar vermek zorundadır. Bu süreçler birbirine bağlı süreçlerdir. Sonuçta burada Kürdün inkarını dayatan bir Türkiye’nin, Kuzey’de bir Kürt çözümünü geliştirmesi ya da onların deyimi ile kardeş olma sürecini geliştirip, yürütebilmesi pek mümkün görünmüyor.

Yani Türkiye bir krizde, açmazda daha derin bir kaos ile de karşı karşıya kalabilir, bu yüzden Türkiye artık gerçekten aklını başına devşirip, yani öyle Kürdü yok sayan iradesizleştiren, örgütsüzleştiren, Kürdü savunmasızlaştıran bir yaklaşımı, bir siyasi pratik olarak Suriye’de dayatması ve bundan sonuç almayı umması tam bir gaflet durumudur. Nafile bir çabadır. Sanki son görüşmelerde Hakan Fidan’ın üslubundan da anlaşıldığı kadarıyla Türkiye bunu anlamış gibi görünüyor ama hâlâ şu pozisyonda olduklarını söylemek mümkün. Hâlâ Kürtlere daha az ne kadar bir statü tanıyabiliriz, ellerindeki imkanları daha ne kadar sınırlandırabiliriz biçiminde bir yaklaşıma odaklandıkları görülüyor. Fakat Kuzey ve Doğu Suriye’de- Rojava da görüldüğü kadarıyla buradaki halkların, siyasi iradenin, oluşmuş olan yapının, uluslararası alanda yaratmış olduğu etkilerin hepsini, tüm parametreleri üst üste getirdiğimizde konjonktür Kuzey ve Doğu Suriye- Rojava’dan yanadır. Yine Suriye halkları gittikçe daha fazla oranda yönünü Özerk Yönetim ve onun geliştirici politikalarına çevirmiş durumda. Bunu sadece Özerk Yönetim bölgesindeki halkların değil aynı zaman da Dürzilerden Alevilere kadar yine, laik, demokrat, Arap topluluklarına kadar tümünün beklentileri QSD’nin, Özerk Yönetimin yeni Suriye’nin oluşmasında, özellikle aktif rol oynaması temel beklenti haline gelmeye başlamıştır. Bu giderek uluslararası alanda da böyle olacaktır. Türkiye’nin tüm çabaları nafile ve sonuç vermeyecektir. Türkiye bu tutumunda ısrar ettiği sürece de ne Kuzey’de bir çözüm gelişebilecektir ne de kendi iç barışını, kendi iç huzurunu sağlayabilecektir. Gittikçe yozlaşan, yalnızlaşan bir Türkiye gerçekliğiyle karşı karşıya kalacaktır. O yüzden Türkiye için de yapılabilecek en doğru şey bir an önce bu tarzı terk ederek Kürt halkıyla daha sağlıklı, daha samimi ve dürüst bir ilişki kurmaktan geçiyor. Fakat görüldüğü kadarıyla da Türkiye egemen sisteminin kafa yapısı henüz buna çok da açık değil.

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Duhok forumu

Sonraki Haber

Almanya’daki PKK yasağı Kürtlerin yaşamını etkiliyor

Sonraki Haber
Almanya’daki PKK yasağı Kürtlerin yaşamını etkiliyor

Almanya’daki PKK yasağı Kürtlerin yaşamını etkiliyor

SON HABERLER

Humus’ta 2 kişi katledildi

Humus’ta 2 kişi katledildi

Yazar: Yeni Yaşam
23 Kasım 2025

Almanya’daki PKK yasağı Kürtlerin yaşamını etkiliyor

Almanya’daki PKK yasağı Kürtlerin yaşamını etkiliyor

Yazar: Bedri Adanır
23 Kasım 2025

Araplar yüzünü Özerk Yönetim’e döndü

Araplar yüzünü Özerk Yönetim’e döndü

Yazar: Bedri Adanır
23 Kasım 2025

Duhok forumu

Duhok forumu

Yazar: Nazlı Buket Yazıcı
23 Kasım 2025

AKP hangi denklemi kurdu, muhalefet nasıl tuzağa düştü?

AKP hangi denklemi kurdu, muhalefet nasıl tuzağa düştü?

Yazar: Bedri Adanır
23 Kasım 2025

‘Erkek adam’ ve sosyal insan

‘Erkek adam’ ve sosyal insan

Yazar: Bedri Adanır
23 Kasım 2025

Tam zamanında yapılan uyarı

Çözüm süreci ve iktidar savaşları

Yazar: Bedri Adanır
23 Kasım 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır