Tarih boyunca adaletin kadın elinden nasıl koparıldığının belki de en somut göstergesi, kadının mekânı olması gereken yerlerin bugün şiddet, eşitsizlik ve yoksulluğa karşı en çok yalnızlaştırıldığı yapılar haline gelmesidir. Yıllar içerisinde adalet kadının elinden alınarak, ‘suçlu’ ve ‘sorumlu’ olarak yeniden inşa edilmiştir
Av. Berivan Orhan
Adalet, insanlık tarihinin en eski anlatılarında dişil bir semboldür; düzen, ölçü ve hakkaniyet hep kadın üzerinden tarif edilmiştir. Çünkü adalet, özünde kadın etrafında kurulan bir toplumsallığın adıdır. Nitekim birçok dil ve kültürde adalet ya dişil bir kelimedir ya da doğrudan tanrıçalarla sembolleştirilmiştir. Sümercenin ve Kürtçenin “dad” kavramı hem ana hem adalet hem de yargı anlamlarını taşır. Zerdüştlük geleneğinde de dad, hukuku ifade eden temel kavramlardan biridir. Adaletin mekanı olarak kavramlaştırılan dadgeh, Kürtçede “kadının mekanı”dır. Yani bu coğrafyanın adalet hafızası kadındır.
Tanrıçaların adalet dağıttığı topraklarda, binlerce yıldır adaletsizliği en derinden yaşayanların kadınlar olması, kadının mekanı olarak adlandırılan ‘dadgeh’in bugünkü kurumsal işleyişi kadını sistematik biçimde kırımdan geçiren erkek-devlet aklıyla örülü yargı mekanizmasına dönüşmesi de çözümlenmesi gereken bir çelişkidir. Bu çelişki bize kadından çalınan bir hakikati göstermektedir.
Tarih boyunca adaletin kadın elinden nasıl koparıldığının belki de en somut göstergesi, kadının mekanı olması gereken yerlerin bugün şiddet, eşitsizlik ve yoksulluğa karşı en çok yalnızlaştırıldığı yapılar haline gelmesidir. Yıllar içerisinde adalet kadının elinden alınarak, ‘suçlu’ ve ‘sorumlu’ olarak yeniden inşa edilmiştir. Kadına yüklenen ahlaki sorumluluk ve günah temsilleri, zamanla mahkeme salonlarında, kanun metinlerinde ve yargılama pratiklerinde sistematik bir biçime bürünerek kadının suçlu kimliği güncel hukukta da devam ettirilmiştir. Bu tablo ataerkil uygarlığın kurucu mantığının doğal sonucudur. Güncel hukukunun kadını nasıl gördüğünü anlamak için ise Havva’nın “ilk günah” kurgusuna bakmak yeterlidir. Adem’i baştan çıkaran Havva’dan bugünün mahkeme salonlarında “tahrik”, “rızanın varlığı”, “ahlak ölçütü” adı altında sürdürülen sorgulamalara kadar kadının ”suçlu kimliği” sistematik biçimde inşa edilmiştir. Tecavüz dosyalarında delil yükünün hala kadına yüklenmesi, iyi hal indirimlerinin erkek fail lehine işleyişi, bu tarihsel kurgunun bugünkü yansımalarıdır.
Cezasızlık politikaları yalnızca istatistiklerde değil, somut vakalarda kendini en çıplak haliyle ortaya koyuyor. Rojin Kabaiş dosyasında yaşananlar bunun en güncel örneğidir: deliller ortadayken faillerin korunması, sürecin bilinçli biçimde geciktirilmesi ve devlet kurumlarının ortak bir suskunluk içinde hareket etmesi, cezasızlığın örgütlü bir tercih olduğunu göstermektedir. Rojin’in akıbeti, bu ülkede katledilen binlerce kadının yaşadıklarıyla aynı çizgiye oturuyor: erkek şiddeti ile devlet aklı arasındaki bağın kurumsallaşmış olduğu.
Erkek-Devlet politikalarını bir kez daha gözler önüne seren yasal saldırıların en güncel örneği ise 11. Yargı Paketi taslağıdır. Kadının adalet arayışının karşısına dikilmiş yeni bir erkek-devlet mekanizması olarak karşımıza çıkıyor. Paket, şiddeti engellemek veya yargıyı güçlendirmek yerine, “genel ahlak”, “hayasızca hareketler”, “özendirme” gibi muğlak kavramlarla kadının kamusal görünürlüğünü, bedenini ve yaşam tarzını yeniden denetim altına almayı hedefleyerek “makul kadın” tarifinin güvenliğini sağlamayı amaçlamaktadır. Yine Yargı paketine karşı mücadele eden, adalet arayan kadınlar hakkında soruşturmalar açılması da Erkek- Devletin faili değil kadının nasıl cezalandırıldığının sayısız örneklerinden biridir.
Karşımıza çıkan her yasal saldırı ve her baskı mekanizması, aslında kadından tarih boyunca çalınan adalet mirasının güncel bir devamıdır. Tam da bu nedenle kadının adalet anlayışı sadece mevcut hukuka yöneltilmiş bir talep değildir. Kadının mücadelesi, tarihin en eski dönemlerinden bu yana sistematik biçimde bastırılmış bir hakikati -kadının toplumsal yaşamın kurucusu ve adaletin tarihsel taşıyıcısı olduğu hakikatini- yeniden açığa çıkarma çabasıdır. “Çalınmış hakikat” tam da budur: Adaletin bu topraklarda kadın eliyle yaratıldığı, ama erkek devlet düzeni tarafından kadının elinden alınmış olması.
Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde kadınlar yalnızca şiddete karşı değil, adaletin anlamına, sınırlarına ve işleyişine dair yeniden söz kurmaktadır. Kadın artık adaletin kendisini yeniden inşa eden öznesidir. Erkek-devlet yargısının korkusu da tam buradadır: Kadın, kendisinden çalınan hakikati geri almaya gelmektedir.
ÖHD Mêrdîn Şubesi Eşbaşkanı








