Faşizmin ve kadın kırımının Türkiye’de geldiği sınır, tehlike sinyalleri uzun zamandır çalmakta ve hatta şu anda acil alarm sinyalleri vermektedir. Gelişen faşizan ve milliyetçi rejim itaat etmeyen her kesimi her partiyi ve hatta her kişiyi tek tek tasfiye ederek demokratik zemini yok etmeye çalışmaktadır. Bunu başarmak için ise, ilk olarak toplumun inşacısı olan kadını ve kadın özünü yok etmekle işe başlamıştır.
Faşizm ve milliyetçilik topyekûn imha politikasını devreye koyduğunda bu stratejinin bir ayağını oluşturan kayyum politikasıyla da ilk başta kadını ve kadın kurumlarını hedef almıştır. Atanan kayyumlar demokratik zeminler olan kadın kurumlarını gasp ederek işe başlamışlar ve böylece yaptıkları birçok icraat ile toplumu peyder pey sindirmeyi görev edinmişlerdir. Yani kadının toplum için öncülük görevinin bilinciyle kadını ilk başının ezilmesi gereken olarak gördükleri için, ilk hedefe konulan kadın ve kadın yaratımları olmuştur. Bu nedenle de uzun süre halktan kopuk halka rağmen bir belediyecilik yapılmış; topluma demokratik yönetim zihniyeti ve bakış açısı yerine iktidar ve şiddet yönetimi zihniyeti aşılanmaya çalışılmıştır. Fakat geçirdiğimiz süreç gösteriyor ki tüm zor aygıtları ve yaşamsal kandırmaca ve düzmece argümanlarına rağmen toplum kendi özünü barındırmış ve halkımız kendisi için değer olan gerçeklerinden kopmamış ve bunları tüm bombardımanlara rağmen muhafaza edip korumuş, hatta daha fazla geliştirmiştir. Bugün Türkiye’de kadın ve direniş kavramlarını karşılayan çizgi ise Leyla Güven olmaktadır. Direnme ruhunu yenileyen ve kadını kendi kimliği ile mücadeleye davet eden ve aynı zamanda toplumda da bu ruhu yaratan ise yine o’dur. Toplumda koşulsuz itaat zihniyeti yaymaya çalışan ve bunun olması gereken doğru olarak göstermeye çalışan erkek aklına karşı başkaldırıyı ve mücadeleyi dayatan da Leyla Güven olmaktadır. Yani erkek aklı olan; savaş, şiddet, taciz, tecavüz, işgal zihniyetine karşı kadın aklı olan demokratik mücadele zeminini örüp binlerce insanı doğru temelde mücadeleye yönlendiren de Leyla Güven’dir. Tabi bu sadece Leyla Güven’in yaratımı ya da mücadelesi değil, binlerce yıldır sınıflı ve devletçi sisteme karşı direnen Demokratik özün bıraktığı mirastır ve Leyla Güven ise bunu yaşatan kadın özünün temsilidir. Bunun bilincinde ve farkındalığına ulaşmış olan analarımız ise yine bu mirasa sahip çıkarak alanlara inmişler ve yeni bir hareket adını alarak beyaz tülbentliler akımını oluşturmuşlardır. Demokratik özün nesilden nesile aktarılmasını ne devlet ne onun prototipi olan erkek ne de faşizm ve milliyetçilik engelleyebilmiştir. Bu öz birçok koldan akan akarsular gibi toplanıp Demokrasi okyanusuna akmakta ve şu günlerde Türkiye’de bu okyanus dolup taşmaktadır. Ve bu su kendi özüne sahip çıkmak adına hayat vermektedir. Ve bizler eminiz ki Leyla Güven’in öncülük ettiği bu hareket, beyaz tülbetlilerin başlattığı demokrasi eylemleri ve açlık grevi direnişçilerinin eylemleri ile birleşip okyanusa dönüşecek, açlık grevinde ve ölüm orucundaki siyasi esirlere de hayat şansı sunacaktır ve bu hayatlar daha birçok cana can katacaklardır.
Türkiye’de şu an yaşanan orta çağ döneminin bir aydınlık çağına ihtiyacı vardır. Aslında bu çağda yaşananlar ise faşist gerici devlet zihniyeti ile demokratik özün savaşımıdır ve bu savaşım mutlaka aydınlığa ve başarıya ulaşarak demokrasiyi doğuracaktır. Zaten Türkiye’nin de ihtiyacı olan ve aradığı şey de demokrasidir. Bu nedenle bugün yürütülen bu mücadele ve direnişler, Türkiye kadın tarihinde de tıpkı Fransız devriminde ki Olympe de Gouges ve mücadele yoldaşları gibi, Leyla Güven ve beyaz tülbentliler hareketi olarak anılarak demokrasi mücadelesine damga vuracaklar ve bir döneme ışık tutup bu karanlık dönemin meşaleleri olup aydınlık yaratacaklardır.