İktidar, Kürt halkının demokratik Türkiye ve Kürt sorununun eşit haklara dayalı çözümü yönünde mücadele eden devrimcilere, sosyalistlere, feministlere, aydınlara, sanatçılara karşı kayıtsız kalmıyor!
Bir süre önce HDK operasyonu yapıldı. 52 kişi kapıları dövülerek, evleri basılarak gözaltına alındı. 30 kişi tutuklandı, ev hapsiyle bırakılanlar oldu. Tutuklananların çoğunun ciddi sağlık sorunları var, bakmakla yükümlü oldukları hasta, hatta ameliyat randevusu olan aile büyükleri, kiminin küçük çocuğu var. Tümü de demokratik anayasal ve kamuya açık HDK çalışmaları, 14 yıl sonra, bir siyasi ihtiyaca binaen birdenbire “yasa dışı” ilan edilip, onlarca insanın yaşamı hukuksuzca altüst edildi. Binlerce insanın aynı soruşturmaya dahil edildiği kamuoyuna yansıdı. Onlar için de Demoklesin kılıcı gibi sallanan bir soruşturma var.
Silivri ve Bakırköy hapishanelerine yeni düşünce suçluları yollandı. HDK eski Eş Sözcüsü Esengül Demir’in hapishane girişinde çıplak aramayı ret ettiği için darp edildiğini İHD Eş Genel Başkanı avukat Eren Keskin açıkladı.
Önceki gün yeni bir operasyon haberi aldık. Bu defa Kürt dili konusunda çalışmalar yapan dil bilimciler hedefteydi. Kürt yazarlar Sami Tan, Ronahî Önen, Mevlüt Aykoç, Sadık Varlı, İzzet Çınar ve Şükran Çınar sabah saatlerinde yapılan ev baskınlarında gözaltına alındı. Kürt dili konusunda çalışma yapan aydınların hazırlamış olduğu HÎNKER dil kitabı gerekçe gösterilerek gözaltına alınmaları iktidarın Kürt diline, kültürüne, siyasi haklarına yönelik tahammülsüzlüğünün boyutunu bir kez daha göstermiş oldu.
İmralı çağrısı, barış ve demokratikleşme
26 yıldır İmralı Hapishanesi’nde tutulan Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki çağrısı, yeni bir barış çabasının önemli bir dönemeci oldu.
Daha önce yaşanan çözüme yönelik çabaların başarısızlıkla sonuçlanmasının toplumda yarattığı ağır fatura biliniyor. Bu nedenle, yeni süreçle ilgili olarak tüm muhataplar sorumluluk altındadır. Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”, kendi tarihi içinde, Kürt sorununun şiddetten arındırılarak siyasi ve hukuki bir sürece evrilmesi adına önemli bir adım. Kuşkusuz diğer muhatapların ve özellikle, iktidarın şiddetsiz bir ortam yaratmada ciddi bir sorumluluğu var.
1. Öcalan’dan sonra, örgütün Avrupa temsilcileri ve Kandil’deki yöneticilerinin de çağrıya uyacaklarını belirten açıklamaları basına yansıdı. Keza, DEM Parti, Barış Anneleri, Kürt kanaat önderleri de çeşitli platformlarda sürece desteklerini açıkladı. CHP ve muhalefet partilerinin büyük bölümü, şiddet eylemlerinin sona erdirileceği bir sürece destek olacaklarını, ancak Meclis zemininde yasal ve şeffaf bir zeminde yürütülmesi gerektiği, ancak siyasi iktidarın bu süreci kendi ömrünü uzatmak için faydacı biçimde kullanma niyetinde olduğunu dile getirdi.
Çatışma çözüm süreçlerine dair dünya deneyimleri, bazı görüşmelerin kapalı olmasının makul olduğunu, ancak tüm sürecin belirsizlikle yürümesinin de mümkün olmadığını göstermektedir. Çözümün başarıya ulaşması hem çatışmanın tarafı olan aktörlerin ve hem de toplumun güveni, desteği ile mümkün olur.
Sürecin aktörleri, herhangi bir şarta bağlı olmadan örgütün silah bırakması gerektiğini, herhangi bir demokratikleşme taahhüdü de olmadığını açıklıyor. Ancak, son derece karmaşık olan çatışma çözümünde bir yol haritasının olması gerektiği de açıktır.
Bu süreç planlamasının ne olduğu da kamuoyuyla, tüm siyasi partilerle paylaşılmalı, gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı, açık-şeffaf bir süreç yürütülmelidir.
Kürt dili ve kültürü üzerindeki baskı ve yasaklara son verilmeli
Halkların siyasal ve kültürel haklarının tanınması demokrasilerin gereğidir; bu demokratik haklar hiçbir şarta bağlanmamalıdır. Demokrasi mücadelesinin başat sorunlarından biri olan Kürt sorunu da demokratik siyasal mücadelenin konusudur zaten ve onyıllardır bu mücadelede ciddi bir birikim söz konusudur.
Tam da bu nedenle, özellikle dil ve kültür alanında çalışma yapan Kürt aydınlara karşı gözaltı operasyonları, demokratik kültürel çalışmaların dahi kriminalize edilme çabası kabul edilemez.
Hînker kitabı, 2010 yılında resmi olarak açılan özel Kürtçe dil kurslarında kullanılmak üzere Kürt Enstitüsü tarafından hazırlanan bir yardımcı dil kılavuzudur. Kürtçe öğrenmek isteyen hemen herkesin başvurduğu bir kaynak olarak herkesin kütüphanesinde yer bulmuştur.
Her ağzını açtığında Kürt dili konusunda yasakları kaldırmakla övünen AKP iktidarı, Kürt halkının demokratik kazanımlarına tahammül göstermiyor. Kürtçe eğitim hala yasak. Yakın dönemde üçüncü kez kayyımlardan kurtarılan belediyelerin Kürtçe tabelalarına, yollara yazdıkları Kürtçe trafik kurallarına bile ellerinde fırça ve boyayla taarruz edildiği hafızalarda.
Dil, sadece bir iletişim aracı değil, aynı zamanda bir halkın kimliğini ifade etme biçimidir. Hînker’i hazırlayanların hedef haline getirilmesi, Kürtlerin dilsel kimliklerinin tanınmaması yönünde süregelen devlet politikasının günümüz iktidarı eliyle güdülmesi, anadilde eğitim bir yana öğrenmenin dahi engellenmesidir.
İktidar, baskıda ısrardan vazgeçmeli
İktidarın, şiddetsiz çözüme yönelik söylemindeki samimiyetinin düzeyini sorgulatan bu yeni gelişme sadece Kürtler içinde değil, tüm Türkiye’de büyük tepki yarattı. Öcalan’ın çağrısındaki devletin Kürt sorunundaki inkar ve asimilasyoncu politikalarının eleştirisi, bir şart olmasa da, sürecin başarısı için kimlik haklarına saygıya dair bir alternatif ortam tarif ettiği de anlaşılmaktadır.
Barış çağrılarının yapıldığı ve geniş yankı uyandırdığı bir dönemde, Kürt diline ve kültürüne yönelik baskılar, iktidarın inkarcı bir politikayı sürdürdüğünü göstermektedir. Yazarların gözaltına alınması, aynı zamanda halkın özgür düşünceye, kültüre, dile ve eğitim hakkına duyduğu ihtiyacı da baskı altına almak anlamına gelmektedir. Bu inkarda ısrar, Kürtleri potansiyel suçlu olarak görme ve gösterme girişimleri, Kürt halkı içinde iktidara güvensizliği derinleştirmektedir.
Yargının sopa olarak kullanılması son bulmalı; Demokrasi ve barış için adım atılmalı
Siyasi iktidar, tüm süreci kendi siyasi bekası ekseninde ele almak, muhalefeti ise sürecin dışında tutmak için adeta özel bir çaba yürütmektedir. Yargıyı sopa gibi kullanarak, DEM Partili belediyelere kayyım, CHP belediyelerine karşı kent uzlaşısı ve yolsuzluk ithamlı soruşturmalarla ağır baskılar uygulamaktadır. Ana muhalefet partisinin, DEM Parti’nin, sosyalist ve demokratik siyasi partilerin, sendikaların, hukukçuların, aydınların sudan gerekçelerle kriminalize edilmek istendiği bir ortamdan güven değil, güvensizlik gelişir.
Ağır yargı baskısıyla, her bir muhalefet odağının tek tek ve ortak muhalefet yürütmelerini engellemek, DEM parti ile CHP ve diğer muhalefet partileri arasında da sürece yönelik güvensizlik yaratmak amaçlanmaktadır. Veya bu operasyonlar böyle bir sonuç üretmektedir. Bu güvensizlik ise, tümü olmasa da en azından siyasi partilerin çoğunluğunun desteği ile bir şiddetsiz çözüm yol haritası oluşumunu engellemektedir. Bu tür operasyonlar ve baskılar, hem barışa hem de demokratikleşmeye karşı ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
Kürt halkının dilsel ve kültürel haklarının tanınması, toplumsal barışın ve demokratikleşmenin sağlanması adına atılacak en önemli adımlardan biridir. Sadece “askeri ve güvenlik odaklı” olarak değil, kültürel ve dilsel alanlarda eşit hakların sağlanmasına dair adımlar atıldığında, sürecin toplumsal desteğinin artacağı açıktır.
Demokratik siyasal haklara ve Kürt halkının haklarına saygı gösterilmelidir. Hakların tanınmaması, yargının sopa olarak kullanılması da bir şiddet biçimidir. Gerçek bir şiddetsiz çözüm ve demokratikleşme yönünde adımlar atılmalıdır.