Dizi izlerken önceki bölümlerde neler olup bittiğine dair özet kısmı mümkünse ileriye sarıyor ya da atlıyoruz. Bu kez bir istisna yapalım ve geçmiş sezonda neler olduğunu (elbette kısaca) hatırlayalım.
“Piriviyısli”: İktidar bloğunda 15 Temmuz darbe girişiminde silahlı çatışmaya kadar varan çekişme ve çözülmeler, devletin bütünlüğünün şefin bedeninde yeniden sağlanması hedefli şefçi/Bonapartçı bir girişimin önünü açmıştı. Uzatmalı bir plebisit sürecinde devletin kurumsal mimarisini şefçi doğrultuda dönüştürme girişimi hukuken de tescillenmiş, Bahçeli’nin deyimiyle “fiili duruma hukuki yol” bulunmuştur.
Yeni sezonun daha ilk bölümlerindeyse dizinin bütün akışını değiştirecek keskin bir dönüşle, düne kadar zaferle taçlanmış görünen alaturka Bonapartizm güncel deyimle “topal ördek” gibi görünmeye başladı. Bu yeni duruma sebep olan gelişmeleri kabaca üç başlık altında toplamak mümkün:
1- Bonapartist iddia, devletin birlik ve bütünlüğünün, ancak Erdoğan’ın bir “mutlak hakem” konumu edinerek iktidar bloğuna dahil edilen sınıf ve fraksiyonların iktisadi güç kaynaklarına erişme koşullarını yukarıdan aşağıya belirlemesiyle temin edilebileceğiydi. Kriz şimdiden bu hakem konumunun altını oymaktadır. Krizin bedelinin hangi sosyal sınıf ve kesimlerce ödeneceği kararının eninde sonunda verilecek olunması, şefi tabanda da tavanda da zorlamaktadır. Kriz “aşağıda” iktidarın toplumsal tabanını istikrarsızlaştırmakta, “yukarıda” ise iktidarın hâkim sınıfın çeşitli fraksiyonlarının bütünlüğünü sağlama kabiliyetini erozyona uğratmaktadır. Aşağıdan gelen basınç şimdilik sadece oy oranlarında ifadesini buluyor. Yukarıdaki basınç ise krizde kimin (hangi sermaye kesimlerinin) “kurtarılıp” kimin “feda edileceği” sorusu eşliğinde ortodoks ya da heterodoks iktisat politikaları arasında bir kararsızlık ya da başka bir deyişle “kriz yönetiminin krizi” olarak cereyan ediyor. Bu durum, Bonapartist girişimin hâkim sınıfın bütünlüğünü sağlama iddiasında sınıra dayandığının açık bir ifadesidir.
2- “Şefin devlet olması”, emperyalist güçlerin Türkiye devletinin siyasal karar alma süreçlerini etkilemeye dönük geleneksel kanallarının bir bölümünün tıkanması ve dolayısıyla da söz konusu etkinin dolayımlanarak değil, doğrudan şef ile anlaşıp uzlaşma yoluyla realize edilmesi anlamına gelmektedir. Erdoğan’ın istediği, tek muhatap olarak kabul edilmek, emperyalist güçlerle dolayımsız-doğrudan pazarlık ve uzlaşı gücüne kavuşmaktır. Şefin artık Türkiye devleti demek olduğunun kabul edilmesi, ilişkinin de bu temelde perakende ve bire bir yürütülmesi gereğine ikna olunmasıdır. Uluslararası sistemdeki hegemonya bunalımı, şefçi “denge siyasetini” geçmiş sezonda olanaklı kılmıştı. S-400 krizinin gösterdiği, şefçi denge siyasetinin sistemik sarsıntılara yol açması hasebiyle sürdürülmesinin giderek zorlaşacağıdır.
3- Geçtiğimiz sezon inşasına tanık olduğumuz Bonapartist rejim, devleti şefin bedeninde yeniden örgütleme çabasında “milli irade” mitine, şefin milli iradenin doğal temsilcisi olduğu varsayımına dayanıyordu. Bu, çarpıtılmış da olsa sandığın temel meşruiyet ve güç kaynağı konumunda olduğu, “plebisiter” bir olağanüstü rejim tipiydi. Devlete sandıktaki kitle mobilizasyonuyla, yani “millet” aracılığıyla ve “millet” adına el koyma stratejisi önceki bölümlerde başarılı olmuştu. Yeni sezonda, Bonapartist girişimin bu güçlü olduğu alanın, onun yumuşak karnı haline gelişini izliyoruz. Çünkü Bonapartist hizbin, “milletle” olduğu varsayılan temsil ilişkisinde oluşmaya başlayan zaafı, onu istikrarsızlaştıran bir etkiye yol açıyor. Kitlelerle lider arasındaki “mistik” bağ aracılığıyla bir otokrasi yaratma girişimi, AKP’nin toplumsal çoğunluğu yitirmiş bulunduğunun tescillenmesi durumuyla nasıl baş edeceğini bilmez görünüyor. 31 Mart sonrası iktidar cenahındaki dağınıklık bundan…
Şimdi yeni bölümleri izlemeye hazırız. Bu sezonun sürprizlerle, hikâyede keskin dönüşlerle dolu olacağı kesin. İktidar “frene” de “gaza” da bassa, şu son yıllarda gördüğümüzden başka bir yola girmek zorunda kalacağı şimdiden belli…