Devlet ve iktidar gücü kazanan her toplum ve ulus, özgürleşmediği gibi eğer demokratik özellikleri varsa, var olan özgürlüklerini de kaybetmeyle karşı karşıya kalır. Onun için bir toplumu, devlet ve iktidar olgularından ne denli arındırırsak, o denli özgürlüğe açık hale getiririz. O toplum ve ulusu özgür kılmak için gerekli temel şart ise, kendisini daimi politik bir konumda tutmaktır
Ali Adalı
Demokratik Ulus İnşasının Politik Boyutunu, Demokratik Özerklik olarak kavramlaştırmak mümkündür. Özyönetimsiz demokratik ulus düşünülemez. Genelde tüm ulus biçimleri özelde demokratik uluslar, kendi özyönetimleri olan toplumsal varoluşlardır. Bir toplum, kendi öz yönetiminden mahrum olursa, ulus olmaktan da çıkar. Çağdaş toplumsal gerçekliklerde yönetimsiz ulus düşünülemez. Hatta sömürge ulusların bile, yabancı kökenden de gelseler, bir yönetimleri mevcuttur. Ancak dağılma sürecine giren toplumların yönetiminden bahsedilemez. Olsa olsa dağıtan gücün kontrollü dağıtması veya sürece yayılmış tasfiye yönetimi söz konusudur. Öz örgütsüz oldukları dönemde Kürtlerin konumu böyleydi. Sadece ulus olmaktan alıkonmuyorlar, toplum olmaktan da çıkarılıyorlardı. Gelinen aşamada Kürtler, yoğun Politikleşen Toplum olmak kadar bu politik gerçekliği, Demokratik Ulus olma doğrultusunda örgütleyen bir konumu da yoğunca yaşamaktadır.
Çağımızda Politik Toplum olma, ana hatlarıyla iki doğrultuda ulusallaşmaya götürür: Geleneksel kapitalist yol, ulus-devlete götüren yoldur. Kapitalist Modernite koşullarında bir toplum devletsizse, devleti yıkılmışsa veya çözülme durumundaysa, milliyetçi ve dinci politikalar, o toplumu yeni bir devlete, ulus-devlete götürür. Eğer o toplumun geleneksel bir devleti varsa ve güçsüzse, o devleti daha güçlü olan ulus-devletle ikame eder. İkinci uluslaşma yolu, Demokratik Uluslaşma yoludur. Özellikle ulus-devletlerin sorun doğuran karakteri, günümüzde Politik Toplumları ve onların yönetim güçlerini Demokratik Ulus olma doğrultusunda hareketlendirmekte ya reform ya da devrimle Demokratik Ulus olmaya zorlamaktadır. Kapitalizmin yükselişe geçtiği dönemde ulus-devletler hâkim eğilim iken, çöküşü yaşadığı günümüz koşullarında daha çok Demokratik Ulus olma doğrultusunda evrim geçirmektedir. Bu konuda politik gücü, devlet iktidarıyla özdeşleştirmemek büyük önem taşır. Politika, iktidar ve onun norm kazanmış biçimi olan devletle özdeşleştirilemez. Politikanın doğasında özgürlük vardır. Politikleşen toplumlar ve uluslar, özgürleşen toplumlar ve uluslardır.
Devlet ve iktidar gücü kazanan her toplum ve ulus, özgürleşmediği gibi eğer demokratik özellikleri varsa, var olan özgürlüklerini de kaybetmeyle karşı karşıya kalır. Onun için bir toplumu, devlet ve iktidar olgularından ne denli arındırırsak, o denli özgürlüğe açık hale getiririz. O toplum ve ulusu özgür kılmak için gerekli temel şart ise, kendisini daimi politik bir konumda tutmaktır. Devlet ve iktidardan arınmış ama politik olamamış bir toplum, anarşiye veya kaosa teslim olmuş toplum veya ulus konumuna düşer. Eğer toplumlar ve uluslar, anarşi veya kaostan kısa sürede kurtulamazlarsa çürür, dağılır ve yabancı kozmosların malzemesi olurlar. Kaos ve anarşi, ancak geçici ve kısa süreliğine doğurgan bir rol oynayabilir. Bunun için de politik olgunun devreye girmesi şarttır. Politika sadece özgürleştirmez aynı zamanda düzenler. Politika, eşsiz düzenleyici bir güçtür, bir nevi sanattır. Devletlerin, iktidarların baskıcı düzenlemelerinin zıddını temsil eder. Bir toplum ve ulusta politika ne kadar güçlüyse, devlet ve iktidar güçleri o denli zayıftır, zayıflamak durumundadır. Bunun tersi de geçerlidir: Bir toplum veya ulusta devlet veya iktidar gücü ne denli fazlaysa, politika dolayısıyla özgürlük o denli zayıftır.
Devlet ve kapitalizm olmadan önce de toplum vardı
Demokratik Uluslaşma Sürecinde Sosyal Yaşamda önemli dönüşümler gerçekleşir. Kapitalist Modernitede geleneksel yaşam, büyük değişikliklere uğrar. Eski toplum radikal dönüşümler yaşar. Modernite, kendini en çok sosyal yaşam değişikliklerinde hissettirir. Değişikliklerin büyük kısmı modaya ilişkindir, biçimseldir. Uygarlığın temel kategorileri varlığını sürdürür. Kentin, sınıfın ve devletin gelişimi ve dönüşümü öze ilişkin değildir. Her üç kategoride de büyük şişkinlik ortaya çıkar. Toplumun kentli, sınıflı ve devletli yapısı, kapitalist birikim sistemiyle kanser türü büyümeye uğrar. Eski Uygarlık Sistemi, öz itibariyle çelişkilerin sık sık bunalımlara yol açtığı bir yapıda olmakla birlikte, bu çelişkiler, toplumun gelişmesini bütünüyle tehlikeye atacak, çözdürecek ve kanser türü doku büyümelerine yol açacak nitelikte değildir. Kapitalizmin birikim tarzı, doğası gereği işleyebilmek için toplumsal büyümeyi kanser tarzına dönüştürür. Eğer günümüzde nüfusu yirmi milyonu aşan megapollerde, toplumun kılcal damarlarına kadar sızmış ulus-devlet iktidarına, tekdüze homojen toplum peşindeki sınıfsallaşmaya tanık olmakla kalmıyor, bunu, sosyal yaşamın hâkim eğilimi olarak normal karşılıyorsak, bunun adı, Toplumsal Kansere yakalanmaktır. Bütün bilimsel göstergeler gezegenimizin, çevrenin ve toplumun bu hızdaki büyümeyi kaldıramayacağını kanıtlamaktadır. Bu durumda yaşayan bir toplumdan değil önüne çıkan her şeyi tüketen bir canavardan bahsetmek gerekir. Eski Toplumda Leviathan, sadece devlet iktidarını nitelerken, Kapitalist Modernitenin kendisi, günümüzde gezegendeki tüm canlı yaşamı tüketen bir canavara dönüşmüştür. Kapitalist Modernitenin kendisi bir canavar, bir Modern Leviathan’dır.
Hâkim Modern Yaşam, en eski köle olan kadın etrafında tam bir tuzağa dönüşmüştür. Kapitalizmde kadın, öyle bir hale getirilmiştir ki, ‘metanın kraliçesi’ demek yerinde bir deyim olacaktır. Sadece ‘ev kadını’ statüsü altında ücretsiz çalıştırılan değildir, evin dışında en az ücretlidir ve ücretleri düşürmenin temel aracıdır. Esnek çalıştırmanın önde gelen unsurudur. Sisteme sürekli yeni nesil üreten bir endüstriyel doğurgan makinedir. Reklam endüstrisinin baş aracıdır. Cinsiyetçi iktidarın gerçekleştirilme aracıdır. Küresel imparatordan aile içindeki küçük imparatora kadar bütün egemen erkeklerin sınırsız haz ve iktidar aracıdır. Hiç iktidarı olmayanların iktidarını doğuran nesnedir. Kadın, tarihin hiçbir döneminde Kapitalist Modernitede olduğu kadar istismar edilmemiştir. Diğer kölelikler -çocuk ve erkek kölelikleri- kadın köleliğinin izinde geliştiği için, kapitalizmin dayattığı sosyal yaşamda, efendiler dışında herkes çocuklaştırıldığı kadar köleleştirilmiştir de. Günümüz toplumunun sosyal yaşamı, hem bir yaşlının çocuklaştırılması gibi çocuklaştırılmış hem de kadınsılaştırılmıştır. Hitler’in meşhur, “halklar ve toplumlar bir kadın gibi yönetilmeyi sever” sözü, bu gerçeği ifade eder. Kadın etrafında oluşan ve toplumun en eski kurumu olan aile, yine kadın etrafında ama bu sefer tam bir çözülmeyi yaşıyor. Aileyi çözen, kapitalizmin birikim tarzıdır. Bu tarz, toplumu tükettikçe gerçekleştiği gibi ancak toplumun temel hücresi olan aileyi çözdüğü ölçüde toplumu tüketebileceği ve atomlaştırabileceği de beklenen bir sonuçtur.
Tıp ne kadar geliştirilirse geliştirilsin, toplumdaki hastalıkların çığ gibi büyümesini durduramamaktadır. Tıbbın gelişmesinin kendisi, diyalektik olarak hastalıkların ne kadar geliştiğinin de kanıtıdır. Kendisi nevrotik ve kanserojen olan kapitalist sistemin, toplum bireylerini bu tür hastalıklara boğması da beklenen diğer önemli bir sonuçtur. Milliyetçilik, dincilik, iktidarcılık ve cinsiyetçilik, hem kurumsal hem de bireysel olarak sürekli hastalık üreten kapitalizmin, zihinsellik ve duygusallık genleridir. Artan bünyesel hastalıklar, zihinsel ve psikolojik hastalıkların göstergesi olup, bu hastalıkların tümü, kapitalizmin çözdüğü ve dağıttığı toplumun yol açtığı doğal sonuçlardır.
Modern Sosyal Yaşamda Eğitim Sistemi, anti-toplumsal bireyci tipi yetiştirmekle yükümlüdür. Gerek liberal bireyci yaşam gerekse ulus-devletçi yurttaş yaşamı, kapitalizmin ihtiyacına göre programlanarak gerçekleştirilir. Bu amaçla eğitim sektörü denilen muazzam bir endüstri oluşturulmuştur. Bu sektörde birey, yirmi dört saat zihnen ve ruhen bombardımana tabi tutularak anti-toplumsal bir varlık haline getirilir. Bu birey, ahlaki ve politik olmaktan çıkarılmıştır. Günlük tüketim peşinde koşan, paracı, seksist, şoven ve iktidar yalakası haline getirilmiş bireylerle Toplum Doğası kökünden tahrip edilir. Eğitim, toplumun sağlıklı işleyişi için değil yıkımı için kullanılmaktadır. Sosyal Yaşama ilişkin daha da geliştirilebilecek çözümlemelerin kanıtladığı gerçeklik, ‘ya toplum ya hiçlik’ sınırına çoktan dayanıldığıdır.
İnsan, toplumla insan oldu
Kapitalizmin çıkarları doğrultusunda geliştirilen bilimcilikler, adına ne tür şarlatanlıklar yapılırsa yapılsın, insan yaşamı öncelikle toplumsal bir yaşamdır. Devlet ve kapitalizm olmadan önce de toplum vardı. İnsan, toplumla insan oldu. Beğenmediğimiz, milyonlarca yıl süren ve basit bir aileye benzeyen klan toplumu olmasaydı ne kent ne sınıf ne devlet ne de uygarlık olurdu. Toplumu geliştiren kent, sınıf, devlet ve uygarlık değildir, tersine bu olguların hepsini gerçekleştiren varlık, toplumdur. İnsan yaşamında hiçbir şey, toplumun yerini tutamaz. Toplumdan vazgeçmek, toplum olmaktan çıkmak, insanlıktan vazgeçmek ve insan olmaktan çıkmak demektir. Demokratik Ulus, öncelikle toplum olarak kalmakta ısrarlıdır; Kapitalist Modernitenin karşısına ‘ya toplum ya hiç’ şiarıyla dikilir. Modernite çarklarında çözdürülen toplumun kalıcılığında, Tarihsel-Toplumsal bir gerçeklik olarak yaşanmasında ısrarlıdır. Öneminden ötürü savunmamda kadın ve aileye ilişkin ayrı bir madde ayırmakla birlikte, toplumu esasta büyük bir aile olarak ele almak gerektiğini belirtmeliyim. İnsanı, tarih boyunca gerçekleştiren bu ailedir. Günümüzde her şeyin indirgendiği para, iktidar, seks, futbol ve benzeri modernite dinleri, çok sonradan ortaya çıkmışlardır; bireyi oluşturamazlar, tersine tüketirler.
Demokratik Ulus, özgür birey-yurttaşın gerçekleştiği alternatif modernitedir. Demokratik Ulus, toplumsal hiçleştirmeye karşı alternatif toplumdur; İktidar ve Devlet Toplumuna/Toplumsuzluğuna karşı Demokratik Toplumdur. Eşitsizliğin ve köleliğin her biçimiyle uygulandığı ve içselleştirildiği toplumsal tüketilişe karşı, özgürce ve eşitçe varoluşa kavuşan toplumdur. Toplumsal Yaşam açısından Demokratik Ulusu değerlendirdiğimizde, rahatlıkla bu tanımlamalara varabiliriz. Demokratik Ulus Toplumu olmak, sağlıklı toplum halinde yaşamanın başta gelen koşuludur. Ulus-devletin tükettiği toplumu, yeniden aslına iade eder. Sağlıklı toplum, sağlıklı birey yetiştirir. Zihinsel ve ruhsal sağlığına kavuşan bireyin, fiziki hastalıklara karşı direnci daha da artar ve hastalıklar azalır. Demokratik Ulusun Eğitim Anlayışı, toplumsallığı ve özgür birey-yurttaşı hedef aldığından, bireyin toplumla ve toplumun bireyle gelişme diyalektiği yeniden kurulur. Bilimlerin toplumsallaştırıcı, özgürleştirici ve eşitleştirici rolü yeniden ortaya çıkar. Demokratik Ulus, varoluşu hakkında doğru bilinç kazanmış toplumun ulusallığıdır.