İzmir’deki belediye işçilerinin greviyle memleketteki insanların grev kavramından pek uzak oldukları bir kez daha ortaya çıktı. Belediye başkanı gitmiş, sokaktaki çöp yığınlarının başına; sözüm ona çöpleri toplamaya çalışıyor. Sendika görevlisi “böyle yapmayın başkanım” deyince de buna tepki gösteriyor. “Buna mı karşı çıkıyorsun” demeye getiriyor. Bunun neresi karışık ki? Belediye işçilerinin görevi o çöplerin toplanmasını sağlamak. Grev olunca onlar işlerini yapmaz ve kimse onların yerine o işleri yapamaz. Bu evrensel bir kural ve bu kadar basit. Yani belediye başkanının halletmeye çalıştığı şey, belediye işçilerinin birinci dereceden işi. Tabii ki işçiler ve onların temsilcisi olan sendikacılar bu müdahalenin yapılmasını istemezler.
Ama efendim, ‘’Vatandaş çöplerden rahatsız oluyor’’muş. ‘’Belediye işçileri, vatandaşı mağdur etmeden grevlerini yapsın’’mış. Gördünüz mü işte, halk grev yapınca vatandaş rahatsız oldu.
Grev yapmak, maket uçak yapmak gibi bir hobi değil Sayın Belediye Başkanı. O nedenle evde yapılması mümkün değil. Belediye işçileri grevlerini elbette ki sokaklarda gerçekleştiriyorlar. Toplumsal, siyasal, sendikal ve ekonomik bir mücadele böyle verilir. Güçleri, emek verdikleri işten geliyor; o nedenle onların karşısında böyle donup kalıyorsunuz. Üretimden gelen güç mavi gökyüzünde çakan şimşek gibi sizi durduruyor.
Demek ki onlar çalışmayınca, ortalık birbirine giriyormuş. Demek ki önemli bir iş yapıyorlarmış. Demek ki, robotların ve yapay zekanın o işleri halledivermesine daha çok varmış. Böylelikle fütürizme meraklı olanlar da bir kez daha Hanya’yı Konya’yı anlamış oldu.
Mühim yazar Yılmaz Özdil bu olaya çok kızıyor. Kendisi de “emekçi çocuğu” olmasına rağmen, belediye başkanına hitaben şöyle buyuruyor: “Biz İzmir’iz, sadece zeybek oynarken diz çökeriz… Başkan Cemil Tugay, belediye otobüsüne şoför lazımsa direksiyona biz geçelim, temizlik işçisi eksikse biz çöpçü olalım, itfaiyeciler işe gelmiyorsa varsın yansın şehrimiz, lütfen geri adım atma, İzmirlileri tehdit eden, emekçiyi sömüren sarı sendikayı söküp atalım.” Breh breh breh, bakar mısınız harbicilik düzeyine?
Yılmaz Bey, o dediğinize “grev kırıcılık” deniyor. Emekçiyi asıl sömürenler patronlardır. Bir kere de şu “sömürü” kavramı doğru yerde kullanılsa dişimi kıracağım. Sömürü öyle alelade bir kötülük değildir. Sömürü, emekçiyle işveren konumunda olanlar arasında gerçekleşir. Sömürü; emekçiler tarafından üretilen artık ürüne, üretim araçlarına sahip olanların el koyması demektir.
Bu vesileyle “Çağdaş ve sosyal demokrat” olan insanlarımızın gerçek refleksleri ortaya çıktı. Yılmaz Bey’in şahsında konuşursak, işçilerle “eşit işe eşit ücret” verilmesi konusunda anlaşma yapmayı diz çökmek olarak görüyor. O diz çökmek değildir, o sendikayla ve dolayısıyla işçilerle anlaşmaktır. Emekçilerin, işçilerin ve köylülerin hakkından üstün bir İzmirlilik yoktur. Haberiniz ola.
En son aşamada, belediye ile sendika arasında anlaşma sağlanmış durumda. En düşük ücret olarak 65 bin lira belirlendi. Şimdi de korodan “Bir belediye işçisi 65 bin lira ücret alır mı, ben o kadar almıyorum.” şarkısını dinleyeceğiz. Tamam, çok güzel. O zaman, keşke her fırsatta hiçbir partiye ve hiçbir sendikaya üye olmamakla övünmeseydiniz. Hayatınız bu boş lakırdıyla geçti. Şimdi susup oturun.
Sendikalı olanlar, bazı örgütlere üye olanlar söke söke aldı hakkını gördüğünüz gibi. Bunu iyice bir öğrenin. Şu nankör halinize rağmen, ücretleriniz ve çalışma koşullarınız örgütlü işçilerin mücadelesi sayesinde düzelecek. Siz bile, buna emin olabilirsiniz. Emsal göstereceğiniz bir rakam olacak ve hatta hiç mücadele etmediğiniz halde hazıra konacaksınız. O da size örgütlü işçi sınıfının sadakası olsun.
İşçi sınıfının bir tane doğrusu, sizin gibilerin yüzlerce eğrisini düzeltir hep. İşçi sınıfının öncü oluşu buradan gelir. O kendi kolektif, eşitlikçi, dayanışmacı ve doğru haliyle toplumun doğal öncüsüdür. Bütün eğriliklerin doğal düzelticisidir.
Şu cereyan edene bakabiliriz. İşçi sınıfı ortaya çıkan doğruluğu, iyiliği ve güzelliği sadece “eşit işe eşit ücret” prensibiyle ve parmaklarının ucuyla başardı. Güle oynaya başardı. Davul zurna eşliğinde, halaylar çekerek başardı. Elinde neşesinin kırbacıyla, ufukları önüne kattı ve toplumun içini genişletti.
Ya bir de “adaletli paylaşım için, milli gelire ve enflasyona göre ücret” prensibi uygulansa. Ya da bir de “4 vardiyalı, 6 saatlik çalışmayla herkese iş” prensibi. Ya da tut ki “kamu üretimiyle toplumsal refah”.
“İklim değişir, Akdeniz olur.” tamamen galiba.
Keşke işçi sınıfı kendi suretinden bir dünya yaratsa, rüyayı gerçeğe dönüştürse.