12 Eylül Askeri Darbe’nin tanıklarından ve işkence koşullarına maruz bırakılanlardan biri olan Mevlüde Acar, darbe ve darbe sonrası yaşananların Kürtler için farklı boyutlarda sürdüğünü belirterek, süreci kucaklayarak ve her insana barışı anlatarak devam edilmesi gerektiğini söyledi
12 Eylül Askeri Darbesi, Kürdistan ve Türkiye halklarına yönelik ağır baskıların yanı sıra Kürt halkının kimliğini inkâr eden politikaların en sert biçimde uygulandığı dönemlerden biri oldu. Kürtçe konuşmak yasaklandı, kültürel değerler hedef alındı, binlerce insan cezaevlerine kapatıldı. Başta kadınlar olmak üzere birçok kişiye hafızalardan çıkmayacak büyük işkenceler yapıldı. Cezaevi koridorlarına, “Türkçe konuş çok konuş”, “Ne mutlu Türküm diyene”, “Bir Türk dünyaya bedeldir”, “Türk’e hizmet etmekten şeref duyarım”, “Türkiye Türklerindir” yazılamaları yapılarak Kürt halkının kimliği asimilasyon ve işkence yöntemi ile inkâr edildi. Ancak bütün bu inkâr ve baskılara rağmen Kürt halkı, varlığını ve kimliğini korumak için büyük bir direniş sergiledi. 12 Eylül’ün karanlığına karşı verilen bu mücadele ise bugün hâlâ özgürlük ve eşitlik arayışının güçlü bir sembolü olarak hafızalarda yaşıyor.
‘Bugünkü barış süreci bile dilendirilmişti’
12 Eylül darbesinin yaşandığı dönemde Diyarbakır Cezaevi’nde tutsak edilerek ağır işkencelere maruz bırakılanlardan biri olan Mevlüde Acar o süreçte yaşananları anlattı. Sözlerine ilk olarak Kürt sorununa karşı geliştirilen mücadele hattında nasıl yer aldığını anlatarak başlayan Mevlüde Acar, o süreçte “Kürt Özgürlük Hareketi”, “Kürdistan Devrimcileri” gibi isimlerin tartışıldığını duyduğunu söyledi. Mevlüde Acar, “O zamana kadar açık açık Kürdistan ifadesi kullanılmıyordu. Kürdistan ifadesini açıkça vurgulayan PKK oldu. Sonra PKK tanımını kullandılar. PKK olarak ilan edildikten sonra da bir manifesto vardı. Teksir kâğıdına basılı 100 sayfa kadar. Kürdistan tarihini, Kürdistan toplumunun şu an içinde bulunduğu durumu, siyasi çözümsüzlükleri ve çözüm yöntemlerini anlatan bir manifestoydu. Sonra bu manifesto, Kürdistan’ın her yerinde dağıtıldı, herkese ulaştı. Çok sıradan bir şey ama içeriği çok farklıydı. Bugünkü barış süreci bile orada dillendirilmişti” dedi.
‘Halka kimsenin duymadığı bir yoğun uygulanıyordu’
PKK’nin kuruluşundan sonra barış için adımlar atıldığını, ancak o dönemlerde 2 polisin “kasıtlı” olarak katledilerek sürecin bozulduğunu söyleyen Mevlüde Acar, bu dönemde Kürt Özgürlük Hareketi’nin varlık mücadelesine karşı bir darbe yapılacağını tahmin ettiklerini kaydetti. Mevlüde Acar, “Darbenin en muhtemel sonuçlarını da tahmin ediyorduk. Birçok tutuklama, birçok ölüm, idam olacağı da o zaman konuşuluyordu, tahmin ediliyordu. Yani artık sistemi herkes tanıyordu, zaten öyle olmuştu. Köyler basılırdı, insanlar evlerinden alınırdı ki bunu herkes biliyor. Hatta Musa Amca’nın dediği gibi, ‘Birçok dere Kürdistan’da ceset deresi gibidir.’ O zaman yürütülen savaş çok yönlüydü ve çok iyi kamufle ediliyordu. Halka, Kürdistan dışındaki kimsenin duymadığı şekilde yoğun bir zulüm uygulanıyordu” ifadelerini kullandı.
12 Eylül darbesinin başladığı dönemlerde Qoser’de (Kızıltepe) misafir kaldığı evin sahibi tarafından ihbar edildiğini dile getiren Mevlüde Acar, Kızıltepe Karakolu’nda 4 gün gözaltında kaldığını, daha sonra Mêrdîn’de 1 aydan uzun bir süre tutuklu kaldıktan sonra 1984’te yeniden tutuklandığını hatırlattı. Mevlüde Acar devamında, “Serxwebûn gazetesi yayına başlamıştı. O bütün gelişmeleri yayınlıyordu. Ben de 4 Nisan’ında gözaltına alındım. Bir ay kadar Sivas’ta kaldım. Ondan sonra Mardin’e getirdiler. Bir ay kadar da Mardin Tugayı’nda bu sefer yoğun bir işkenceyle sorgulama devam etti. Ben suçlamaların hiçbirini kabul etmedim. Askı, cop, falaka, elektrik, soğuk su, yani yerde sürükleme, her şeyi denediler. Ben hiçbirini kabul etmedim. Birkaç gün sonra Diyarbakır Cezaevi’ne getirdiler” diye belirtti.
‘3 gün tabutlukta kaldım’
Mevlüde Acar, Diyarbakır Cezaevi’ne getirildiği süreci anlattıktan sonra, yeniden götürüldüğü yerde de ağır işkencelere uğradığını söyledi. Burada çeşitli işkence hali devam ederken kendisine yalan beyanda bulunması yönünde de dayatmalar yapıldığını ekleyen Mevlüde Acar, şunları söyledi
“Diyarbakır’dayken 20-30 kişiyle bir koğuşta kalıyorduk. Bir buçuk metre büyüklüğünde hücreleri vardı. Bir tanesini bana vermişlerdi. Bir de ayrıca işkence odasında tabutluk dedikleri bir hücre vardı. Sadece ayakta kalabiliyordun orada. Oturamıyorsun, kalkamıyorsun, yatamıyorsun, dinlenemiyorsun. Bir de kafamın üstüne kocaman bir lamba koymuşlardı. Sürekli yanıp sönen ve şiddetli bir şekilde ısı yansıtıyordu. O küçücük yerin içinde hem tepemde bir ısı hem hiç hareket etme şansının olmadığı bir durum. Yani o yüzden herhalde tabut demişlerdi ona arkadaşlar. Tabut ama ayakta duruyorsun. Yani yatay değil, dikey bir tabut. Üç gün kaldım orada. Yemek de, su da vermediler.”
‘Oradan sağ çıkma umudum yoktu’
Burada yapılan işkenceler için, “Benim oradan sağ çıkma umudum yoktu. Ben ölümü göze alarak gitmiştim oraya” diyen Mevlüde Acar, burada Sakine Cansız ile olan anılarını anlatırken Sakine Cansız’ı, “Lider ruhlu” diye tanımladı. Mevlüde Acar, yapılan tüm işkencelere rağmen dayanışmanın güçlü olduğuna vurgu yaptı. Mevlüde Acar, “Diyarbakır Cezaevi’nde Şubat direnişi ile birlikte işkenceler durdurulmuştu. Cezaevinden çıkan tutsaklar yurt dışına çıkıyor, burada bir eğitim aldıktan sonra ülkeye dönüyorlar. Daha sonra 15 Ağustos hareketi başlıyor. İşte 15 Ağustos hareketinin başladığı gün ben cezaevinden alınıp mahkemeye götürüldüm. Hiç soru sormadılar, beni mahkemeye çıkardılar ve ‘tutuklusun’ dediler. Ben ‘hayır, bana işkence yapıldı. Benim herhangi bir suçum yok’ dedim” diye devam etti.
Tutukluluk halinin devamından sonra 1988’de açlık grevine başladıklarını dile getiren Mevlüde Acar, o süreçte Mehmet Emin’in açlık grevi sonucu yaşamını yitirmesiyle 25 maddelik taleplerinin yerine getirildiğini söyledi. Burada bir süre kaldıktan sonra bir grupla beraber Amasya’ya sürgün edildiklerini, burada daha ağır şartlar altında kaldıklarını söyleyen Mevlüde Acar, 5 Ocak 1990’da tahliye olduğunu ifade etti.
‘Devlet çok sıkışmış durumda’
Kürt halkının 1980’li yıllardan bu yana ödediği ağır bedellere rağmen mücadele hattını hiç bırakmamasından kaynaklı dünya genelinde tanındığını vurgulayan Mevlüde Acar, günümüzde de cezaevlerinde baskıların devam ettiğinin altını çizdi. Mevlüde Acar, cezaevlerinde hak ihlallerine karşı direnişin tek başına yeterli olmayacağına dikkat çekti. Mevlüde Acar, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta başlatmış olduğu, “Barış ve Demokratik Toplum” sürecinin yavaş ilerlediğini belirtti. Mevlüde Acar, “Devlet çok sıkışmış durumda, çözümsüz durumda. Eğer bu sıkışıklık olmasaydı böyle bir çözüm önerisini, böyle bir görüşmeyi kabul etmezdi. Bence bunun devam etmesi gerekir. Bu görüşmelerin, tartışmaların devam etmesi gerekir. Belli bir noktadan sonra bir yere ulaşması daha mümkün, daha kolay hale gelir. Çünkü bazen bütün toplum bunu bilir, konuşur ama bir kıvılcım gerekir” dedi.
‘Her insana barışı anlatarak devam etmeliyiz’
Mevlüde Acar, son olarak şu ifadelere yer verdi:
“Gidici hükümet bu konuda elinde koz olarak kullanmaya çalışıyor. Onu, kendi iktidarını devam ettirmek için kullanmaya çalışıyor. Bu ne kadar başarılı olur? Biraz bizim elimizde, biraz toplumsal muhalefetin elinde. Biraz da dünya koşullarının elinde ama daha çok bizim elimizde. Biz bu süreci toplumun her kesimini kucaklayarak yürütmeliyiz. Toplumda her insana, her bireye barışı anlatarak devam etmeliyiz. Yeterli anlatırız, yetersiz anlatırız, az anlatırız, çok haklı anlatırız ama her bireyin yapması gereken bu olmalı. Görüşmeler de devam etmeli. Bir gün barışın koşulları tamamen ortaya çıkacak. Ben buna inanıyorum.”
Haber: Gülistan Gülmüş-Elfazi Toral \ JINNEWS