Kapitalist modernite burasını öncelikle kendisi için büyük bir yayılma alanı haline getirmeden kendisini var edemez. Bu nedenle buraya saldırması stratejik bir önem arz ediyor. İkinci etken ise bölgenin sahip olduğu zenginliklerdir. Kültürel zenginlikler kadar, maddi zenginlikler de kapitalizm için fethedilmesi gereken alanlar konumundadır
Rıza Altun
Son iki yüzyıl batı kapitalizminin Ortadoğu’daki ifadesi, İngilizlerin öncülüğünde gelişen siyasal ilişkilerin bir sonucu olmuştur. İngilizlerin 19. yüzyıldaki stratejik politikası Hindistan sömürgesini elinde tutmaktır ve Hindistan sömürgesini Almanya’ya, Fransa’ya kaptırmamaktır. Bu yönlü yoğun savaşlar da oluyor. Ama bu yolu elde tutmanın kesin başarısı Mısır’dan geçiyor. Mısır’ı elde tutmadığı sürece Hindistan’a giden yolları elinde tutamayacaktır. Bu hat hala günümüzde stratejik konumunu koruyor. Ortadoğu, Mısır, Hindistan, Uzak Doğu hattıdır. Fransızlarla çok yoğun çatışmaları ve savaşları olmuştur. Bu alanlar daha önce Osmanlı İmparatorluğu’nun, İran’ın hakimiyet sahasıydı. İngiltere’nin Ortadoğu’ya girebilmesi için başvurduğu stratejiler ‘böl-yönet’ politikası temelinde olmuştur. Hem İran hem de Osmanlı İmparatorluğu 19. yüzyıldan itibaren kendilerine karşı gelişen birçok hareketlerle çatışma içerisindedirler, kendi krizleri içerisinde sürekli bir bölünme ve parçalanma sürecine giriyorlar. Bunu sağlayan da İngiltere’dir. Bu süre içerisinde Arapların tümü Osmanlılara karşı başkaldırı içerisindedirler. İngiltere bunları Osmanlı’ya karşı sürekli körükleyerek, ayaklandırarak Osmanlı’yı yıpratan bir gelişmenin destekleyicisi oluyor. Aynı şeyi İran’a da yapıyor. Çünkü bunların mutlaka küçülmesi, bölünmesi gerekiyordu. Bunlar küçülüp bölünmeden yönetilmeleri mümkün değildi.
Bunda başarılı olduğu kadar rakipleri karşısında Ortadoğu’da güç olabiliyor. Eğer bunu başaramazsa Ortadoğu’da güç olamazdı. Almanya ve Fransa yoğun bir faaliyet içerisinde olmalarına rağmen Ortadoğu’da güç olamıyorlar, hep ikincil planda kalıyorlar. 19. yüzyılın sonlarına doğru Almanya Ortadoğu’ya girmek için çok çaba sarf ediyor. Özellikle Osmanlı, İttihat Terakki üzerinden büyük çabaları var. Haydar Paşa, Bağdat Demir Yolu’ndan tutalım birçok çalışma ve yatırımlar yapıyor. Almanya, İngiltere’nin politikasını aşarak Ortadoğu’da hegemonyadan parça koparamıyor. Yine Napolyon’dan başlayarak Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Fransızların Ortadoğu’da oldukça yoğun çalışma ve çabaları var. Buna rağmen İngiltere’nin mevcut durumunu aşamamışlardır. Hatta 1800’lerin başında Napolyon Mısır’a kadar gidiyor. Ortadoğu, Mısır ve Hindistan hattı üzerinde İngiltere’ye darbe vurarak onun dünya hegemonyasını kırmak istiyor. Fransa, Birinci Dünya Savaşı’na kadar İngiltere ile rekabet içerisine giriyor. İngilizler ise Ortadoğu’yu, Mısır’ı, Hindistan’ı elinde tutma pahasına Fransızları Afrika’ya Sudan ve Sudan’dan yukarıya iterek, Fas, Tunus, Cezayir hattında pay vererek Mısır’dan, Ortadoğu’dan uzak durmasını sağlıyor. Yine Suriye üzerinden Ortadoğu’nun tümüne yayılmaması için gerekli tedbirleri alarak Suriye ve Lübnan ile sınırlı tutuyor.
Bunun dışında Ortadoğu’nun mevcut konumunu izah edebilecek herhangi bir argümana sahip değiliz. Şöyle bir sonuç ortaya çıkmıştır: Ortadoğu’daki bütün ulus-devletlerin kendi iç sorunlarının temel kaynağı, İngiltere’nin öncülük yaptığı modernitenin kendisidir. Modernite kendi üç sacayağına dayanarak, bunu da dünyaya hakim kılarak ancak dünya sistemi kurabiliyor. Yoksa dünya sistemini kurmak çok fazla mümkün değildir.
Arapların bu şekilde uluslara, devletlere bölünmesi hiçbir toplumsallığın kaldıracağı bir şey değildir. Arapların hepsinin aynı kökenden geldiği bellidir, farklı farklı oluşumlar olarak kendilerini ifade etmeleri söz konusu olamaz. Aynı soydan gelen, aynı kültür özelliklerini taşıyan, aynı coğrafya üzerinde kendilerini var etmelerine rağmen yirmi iki devlete bölünmüşlerdir. Bu haliyle iktidar çatışması içerisinde büyük bir sorun kaynağı haline gelmişlerdir. Kapitalist modernite her ulus-devleti sadece diğerinden ayırarak bölen, parçalayan bir konumda bırakmıyor, aynı zamanda her ulus-devletin içerisindeki bölünmeleri besleyerek toplumu hücrelerine kadar bölüp birbirinin karşıtı halinde dengeler kurarak kendi hakimiyetini oluşturuyor.
İngilizler öncülüğünde Ortadoğu’da geliştirilen ulus-devlet Ortadoğu’da ortaya çıkan bütün yeni sorunların kaynağı haline gelmiştir. Eğer sorunların nedeni İngiltere ise ya da kapitalist dünya sistemi ise ve bunu ulus-devletle ortaya çıkartıyorlarsa o zaman ne kapitalist dünya sisteminden sorunların köklü çözümünü beklemek gerekiyor ne de ulus devletlerin varoluşundan sorunların çözümünü beklemek gerekiyor. Burada çözüm ortaya çıkmaz ve çıkmayacağını da rahatlıkla görmek gerekiyor. Sistem, bölgedeki farklılıkların birbiriyle çelişkisini canlı tutarak kendi sistemini Ortadoğu’ya hâkim kılmaktadır.
Neolitiğin, yine uygarlıksal gelişmenin Ortadoğu eksenli bir zeminde ortaya çıkması, zengin bir kültürel birikim oluşturuyor. Bu kültürel birikim burada varlığını koruduğu sürece kapitalist modernitenin geleceği güvencede değildir. Geleceği güvencede olmadığı için öncelikle Ortadoğu temel bir sorundur. İki yüz yıldır ‘Şark Sorunu’ batı kapitalizminin temel sorunudur ve çözülemeyen bir sorun konumundadır. Neolitikte dahil uygarlıksal gelişmenin bütün mirasının canlı yaşandığı bir alan olması itibariyle kapitalist modernite karşısında kendisini ifade edebilecek potansiyellere sahiptir. Kapitalist modernite burasını öncelikle kendisi için büyük bir yayılma alanı haline getirmeden kendisini var edemez. Bu nedenle buraya saldırması stratejik bir önem arz ediyor. İkinci etken ise bölgenin sahip olduğu zenginliklerdir. Kültürel zenginlikler kadar, maddi zenginlikler de kapitalizm için fethedilmesi gereken alanlar konumundadır. Gerek petrol vb. kaynaklar açısından, gerek uluslararası ticaret ve sömürü sistemleri açısından Ortadoğu kapitalist modernitenin bir yayılma alanıdır. Ortadoğu ulus-devletler düzeyinde, zenginliklerin talanı düzeyinde, toplumsal bozulmalar düzeyinde, sorunların çözümsüzlüğü düzeyinde bir kaos ve bunalım içerisine sokulmuştur. Bütün sorunlar bu kör düğüm içerisinde günlük olarak sürekli çatışma ve savaş üreten bir pozisyondadırlar.
Bunu kısaca özetlememiz iki temel açıdan önemlidir. Birincisi, Ortadoğu’nun yaşamış olduğu derin kriz ve kaos halinin anlaşılması için gereklidir. İkincisi ise bu kriz ve kaos halinin temel kaynağının ne olduğunun anlaşılması açısından önemlidir. Böyle bir bakış açısı sorunu doğru anlama ve doğru çözüm modellerini geliştirmek için gereklidir. Eğer farklı bakış açılarıyla sorun ele alınmaya çalışılırsa yanılgı içerisine girilebilir. O kadar çıplak gelişmeler var ki, artık bu yanılgılı bakış açılarına gerek yoktur. Hiçbir zeminde sorunların çözülmeyişi bile bize bu gerçekliği gösteriyor. Kürt-Arap sorunu, Kürt-Türk sorunu, Kürt-İran sorunu neden çözülmüyor? Filistin-İsrail sorunu neden çözülmüyor? İran-Arap sorunu neden çözülmüyor? Şii-Sünni çelişkisi neden çözülmüyor? Alevi-Sünni çelişkisi neden çözülmüyor? Bütün devletlerin birbiriyle olan çelişkileri neden çözülmüyor? Tüm bu soruların hepsi can alıcı sorular konumundadırlar. Ortadoğu’da birbirine dost olan iki devlet neredeyse yok denecek düzeydedir. Hepsi de kapitalist modernitenin çocukları olmasına rağmen yine de birbirine düşmanlık içerisinde vardırlar.
Herkes kendisinin ulus-devlet mantığıyla yaklaştığı sürece sorunların çözümü mümkün değildir. Çünkü ulus-devlet sorunların kaynağıdır. Bu sorunlar bu sonuçtan ortaya çıkıyorsa o halde ulus-devlet eksenli bir çözümsel yaklaşım sorunu çözmek anlamına gelmiyor, sorunu daha da derinleştirmek anlamına geliyor.