Henüz Erdoğan-Trump görüşmesinin gerçekleşmediği geçtiğimiz perşembe yayımlanan yazımda “Kısa vadede Erdoğan yönetiminin, Trump yönetimiyle çatışmak yerine uyumlu bir ‘ikincil güç’ konumuna yerleşmeye yöneleceğini, yani ‘beşten büyük’ sloganıyla zaten yıpratmaya devam ettiği BM ve çok-taraflı mekanizmaların zayıflatılmasında, göçün kriminalizasyonunda, İsrail’e örtülü meşruiyet kazandırmada ABD’yle yan yana durmayı seçeceğini düşünmek için pek çok neden [olduğunu]” dile getirmiş, “Bunların ne yönde kristalleşeceğini görmek açısından Trump-Erdoğan görüşmesinin sonuçları önemli olacak.” demiştim.
AP’nin açık kamerasından fışkıran hakikat
Doğrusu, NTV Washington temsilcisi Hüseyin Günay’ın Associated Press (AP) kameralarına takılan Beyaz Saray’daki Erdoğan-Trump görüşmesinin sonuçlarını belagatle özetlediği ayak üstü sohbeti, üzerinden bir hafta geçtikten ve bunca laf tüketildikten sonra bu konuda daha uzun boylu bir fikri takibi gereksizleştiriyor. Günay’ın Erdoğan’ın iç iktidar kavgasında bir “meşruiyet” beratı olarak eline almak için bunca yolu teptiği ve bunca kamu kaynağını saçtığı “Trump’ın dostu Erdoğan” fotoğrafının maliyeti bahsinde artık milyonlara mal olan saptamaları şunlardı:
“Hiçbir s***m alamadılar, yani biz bir şey alamadık.”
“Biz aldık ama babayı aldık.”
“Türkiye bu görüşmeden hiçbir şey kazanmadı.”
“Hakan Fidan’ın üstüne oynuyorlar.”
“Bilal, damat, Hakan Fidan kavgası var. Üç ekibin kavgası.”
Esasen bütün o heyheyli ABD gezisinin esbabı mucibesini birkaç cümleyle özetleyen “kristal berraklığı”ndaki değerlendirmeleri için Günay’ın büyük bir bedel ödemek zorunda kalmış olması ayrıca keder verici ve başka bir dizi tartışmayı da davet ediyor.
Günay’ın meslektaşlar arasında olduğunu düşündüğü ayaküstü yorumlarına bütün dünyanın kulak misafiri olması talihsizliğine uğradıktan sonra ışık hızıyla işinden kovulması, meslek örgütlerinin “ifade özgürlüğü” hakkının sınırlarının bulandığı durumlara adil bir yaklaşım geliştirme ihtiyacını gündeme getiriyor. Halkın haber alma hakkı ile kişilik haklarının çatıştığı bu özel durumda Associated Press’in (AP) kaydı yayımlamadan önce Günay’ın rızasını aramasının gerekip gerekmediğini yeniden tartmak da konunun habercilik etiği çerçevesinde açıklığa kavuşturulması açısından gerekli.
Öte yandan, herhangi bir bireyin “memleket meseleleri”ne ilişkin olarak eş dost sohbetinde sarf ettiği sözlerin, kamu hukuku ve çalışma hukuku kapsamında kendisine bir suçlama kanıtı olarak dönmesinin gerçek bir olasılık haline gelmesinin işaret ettiği bu distopik iklimde yaşamaya razı olup olamayacağımız da bir başka soru. Günay’ın kamuya açıklama iradesi olmaksızın, ifade özgürlüğü hakkını özel alanda kullanmış olması, masumiyet karinesi kapsamında ele alınmak gerekmez miydi? Meslektaş, önyargı canavarının elinde parçalanırken meslek örgütlerinin, onun hakkını savunmaya bigâne kalmayacaklarını umalım.
Erdoğan-Trump ilişkisini örten “dostluk şalı”
Ancak, Erdoğan-Trump görüşmesinin “memleket menfaatleri” açısından hiçbir anlamlı sonuç vermemiş olması, bu görüşmeden Erdoğan için hiçbir sonuç doğmadığı anlamına gelmiyor: En önemli sonuç, her iki tarafın da tıpkı bir hokkabazın o olmaksızın göz boyayamayacağı şalı misali Erdoğan-Trump ilişkisinin üzerini örttükleri gerçek ötesi “dostluk” şalını yeniden dokumuş olmaları… Bu şalın altında neler olduğuna bakalım.
Erdoğan’ın Trump’ın birinci Başkanlığı dönemindeki son Washington ziyaretinde Türkiye’nin beklentilerinin başta gelenleri arasında, S-400 yaptırımlarının kaldırılması, F-35 programına geri dönüş ve Halkbank davasının kapatılması vardı. ABD’nin başlıca talepleriyse, Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasına son verilmesi, NATO ile yeniden uyumlulaşma ve Ortadoğu’da özellikle Kuzey ve Doğu Suriye’de “koordineli” hareket edilmesiydi.
Türkiye ziyarette bu beklentilerin hiçbirini elde edememişti. Halkbank davası sürdü, CAATSA yaptırımları geldi, Ankara F-35 anlaşmasından çıkarıldı. Buna karşılık Türkiye, Suriye’de ABD’nin “güvenli bölge” planlarına fiilen uyum gösterdi, askeri operasyonlarını sınırladı.
Aynı gündem geçtiğimiz hafta gerçekleşen ziyarette de gündemdeydi, üstelik Erdoğan bu randevuyu Özgür Özel’in ifşa ettiği üzere külliyetli miktarda Boeing, F-35 ve F-16 alımı vaadiyle koparmıştı. Ama Trump’ın Washington’da Erdoğan’a söyledikleri şundan ibaretti: “Konuşuyoruz, bakalım ne olacak. Bana kalsa bunları kolayca çözerdim.”
Ancak, ABD Başkanı, Erdoğan’a herhangi bir yazılı mutabakat, anlaşma metni, Kongre onayı sürecini başlatma taahhüdü vb. vermedi. Çünkü veremezdi. F-16 ve F-35 satışları Kongre’nin onayına bağlıydı. Boeing ile olası bir anlaşma konusunda bir açıklama yapılmadı. Ne THY ne de Boeing bağlayıcı bir sipariş duyurusu yaptı. Görüşmeler, jestler ve “ticari ilişkileri büyütelim” niyet ve temennileri seviyesini aşmadı.
Bu nedenle, kibarca söylendiğinde, Erdoğan, “Washington’dan eli boş döndü” eleştirileriyle ilk kez karşılaşıyor sayılmazdı. Ancak bu kez yalın bir dille ifade edilmesinin bir sonik patlama etkisi yaratması, bu gezinin ortada bir kamusal bağlam yokken, durup dururken, güneşli bir günde gök gürültüsü gibi gerçekleşmesinin manasızlığının yol açtığı kamusal bir öfkeyle, herkesin içindeki aldatılmışlık duygusunu büyüten, pasaklı bir mizansen ortasında bir marifetmişçesine icra edilen riyakârlık gösterisinin tahammül edilmezliğiyle açıklanabilir.
Barrack’ın ifşası: “Meşruiyet”
Örtünün altındakini asıl ifşa eden, ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack’ın Trump’ın Erdoğan’a ilişkin tahayyüllerini uluorta paylaşmasıydı. Barrack, geleneksel uluslararası ilişkiler ve diplomasi bağlamında olsa olsa fısıltıyla konuşulabilecek, bir başka devletin başkanına kendi başına sahip olmadığı meşruiyetin ABD tarafından bir sihirli pelerin gibi giydirilmesi tasavvurunu eşi bulunmaz bir icat gibi takdimi, her türlü hayalin ötesindeydi.
Barrack “2025 Concordia Zirvesi” panelinde şöyle demişti: “[Erdoğan] 71 yaşına geldi. [Türkiye] bir demokrasi ama otoriter gibi. Başkan Trump dahiyane bir çözümle ‘ona meşruiyet vermeliyim’ dedi. Şu an bu oluyor. Bence bunun sonucunda büyük değişiklikler göreceksiniz.” Sonradan Türkiye’de kıyamet kopunca Barrack “kazı çevirdi” ama “kaz” yanacağı kadar yanmıştı. Çevirmenin bir faydası dokunmadı. Alelacele tertiplenen Beyaz Saray gezisi, Edoğan’ı “ABD için muteber bir partner” imgesiyle donatmak üzere tasavvur edilmişti, sonunda içeriye ve dışarıya karşı ele geçen -ABD’nin bile değil- “Trump’ın adamı” imgesinden başka bir şey değildi.
Madem ki, iş buraya geldi, şu an Erdoğan’ın elindeki en önemli siyasal meşruiyet belgesi Trump’ın, Erdoğan’a dünya kamuoyu önünde “dostum, güçlü lider” diyerek açtığı krediden ibaret, o zaman Erdoğan’a bir ayna tutmak şart, sonradan mızıkçılık olmasın: “Bana dostunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.”
“Dostum Trump”
Trump’ın saymakla bitmeyecek meziyetlerini birkaç başlığa indirgersek başta “yalancılık” geliyor: Örneğin, 2020 seçimlerinde hiçbir kanıt yokken ısrarla “seçim çalındı” demesi. 60’tan fazla davada reddedilmesine karşın Trump kamuoyunu kışkırtmayı sürdürdü. Washington Post’un sayılarına göre başkanlığı döneminde 30 bini aşkın yanlış veya yanıltıcı beyanı kaydedildi.
“Yolsuzluk ve çıkar çatışması: Trump’ın ilk başkanlığı döneminde yabancı devlet delegasyonları Washington’daki Trump International Hotel’de misafir edilmiş, faturalar devlete gönderilmişti. Kongrede bunun, bunun “haksız kazanç” olduğunu tartışıldı.
Kadın tacizi: Trump, Carol davasında mahkûmiyetle kadına tacizden tazminata mahkum edildi. Cinsel suçlara yatkın olduğu Jeffrey Epstein ile Palm Beach’teki partilere katıldığı, genç kızların istismar edildiği ortamda bulunduğu biliniyor.
Irkçılık: 1973’te Trump’ın sahibi olduğu emlak şirketi Trump Organization, siyahlara ev kiralamadığı için Adalet Bakanlığınca ayrımcılıkla suçlandı. Trump bu tutumu “biz sadece iyi kiracılar istiyoruz” diyerek savundu.
Vergi kaçırma ve mali hileler: New York Times araştırmasında 2016 ve 2017’de emlak milyarderi Trump’ın sadece 750 dolar vergi ödediği ortaya çıktı.
Zorbalığı teşvik: 2021’deki 6 Ocak Kongre Baskını öncesi mitingde taraftarlarını “Ortalığı cehenneme çevirinceye kadar dövüşeceğiz” diyerek ajite ettiği taraftarlarının Kongre’ye saldırısı beş cana mal oldu.
Trump’ın ABD kamuoyu ve yargısı önünde birer “kusur”, “suç”, “ayıp” olarak nitelenen davranışları ve karakter özellikleri, tuhaf ama gerçektir ki, taraftarlarınca da kabul ediliyor ama birer meziyet olarak. Örneğin Trump’ın küfürbazlık ve kabalığı yardakçılarınca “samimiyet ve doğruculuk” diye tercüme ediliyor. Sean Hannity (Fox News) ve Tucker Carlson gibi TV anchorları buna “Trump gerçek Amerikalılar gibi konuşuyor. Washington’un sahte nezaketinin arkasına saklanmıyor” kılıfını geçiriyordu.
Trump’ın kayda alınan, kadınlara yönelik aşağılık tasvirlerini sağcı radyo sunucusu Rush Limbaugh “Adam sadece adam gibi davranıyor.” diye savunmuştu. “Bu soyunma odası muhabbeti. Erkekler bunu seviyor — politik doğruculuğa boyun eğmiyor.”
Uzun lafın kısası, adil bir rejimde yüzlerce yıllık hapsi, utanç ve zilleti peşinden sürükleyecek bu kısacık tablo, Trump gibi bir mücrimi ABD devlet başkanı yapabilir de, Türkiye’nin herkesten Müslüman, herkesten yerli ve milli, “Allahtan başka kimseden korkmayan” devlet başkanı bu adamdan “itibar” devşireceğine inanabilir mi?
Ne yazık ki bu sorunun yanıtı evet!