AKP/saray iktidarına yakın basında yer alan haberlere göre, bir süredir üzerinde konuşulan “vatandaşlık ücreti” hükümetin gündemine geliyormuş. Buna göre -Gelir Tamamlayıcı Aile Destek Sistemi çerçevesinde- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından yürütülecek uygulama, geliri asgari ücret seviyesinin altında olan hanelere verilecek gelir desteğiyle en az asgari ücret seviyesinde bir gelire sahip olmalarını amaçlıyormuş. Hanedeki bireylerden hiçbirinin çalışmadığı veya bir haneye giren gelirin asgari ücretten az olması durumunda, hanede en az bir kişi iş gücüne katılana kadar “vatandaşlık ücreti” verilmeye devam edilecekmiş. Bu uygulama sürerken diğer yandan da bu hanelerde çalışabilecek durumda olanların iş bulmasına yönelik destek sağlanacakmış. 2026 yılında önce pilot olarak seçilen illerde başlatılacak uygulamanın Türkiye genelinde yaygınlaştırılması hedefleniyormuş.
“Vatandaşlık ücreti”nin 2026 bütçesinin TBMM’de görüşüldüğü ve asgari ücret görüşmelerinin de hemen arifesinde olunduğu bir dönemde gündeme getirilmesi oldukça manidardır! Zira AKP iktidarının uygulamakta olduğu ekonomik programı belgeleyen Orta Vadeli Program (OVP)’ın yansıması olan bütçede yer alan hedefler ve öngörüler çerçevesinde bakıldığında, başta emekçiler olmak üzere, sermaye dışında kalan tüm toplum kesimleri için 2026 yılında -yoksullaşma bir yana- gıda ve barınma gibi en temel ihtiyaçlardan yoksunluk, sosyal yıkımı çok daha derinleştirecektir.
Getirileceği söylenen “vatandaşlık ücreti” uygulaması da zaten AKP iktidarının neden olduğu vahametin boyutunu göstermektedir. Her şeyden önce uygulamanın hedefleri, Türkiye’de pek çok haneye asgari ücret kadar bile gelir girmediğinin ve çalışabilir olanlara iş bulunamadığının itirafı olduğu gibi AKP’nin uyguladığı ekonomik programın toplumun gelir düzeyini arttırmak, istihdam yaratmak gibi bir derdinin olmadığını da teyit etmektedir!
Peki “vatandaşlık ücreti”, AKP/saray iktidarının uyguladığı ekonomik programın neden olduğu sosyal yıkımı -bırakın önlemeyi- yavaşlatabilir mi?
Açıkça ifade etmek gerekir ki AKP iktidarı kapitalizmin uluslararası kurumları (DB, IMF vb.) ile ulusal ve uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda hazırlanan OVP’nin dışına çıkamaz. Bu ise genel bütçeden sermayenin üzerine yük olacak ya da sermayeye aktarılacak kaynağın kısılmasına neden olacak hiçbir uygulamada bulunulamayacağı anlamına gelir. Dolayısıyla hangi isim altında olursa olsun getirilecek bir sosyal yardım düzenlemesi, 2026 bütçe teklifinde bu kalemde belirtilen miktarın arttırılması biçiminde değil mevcut yardımların başka bir isimle getirilmesinden ibaret olacaktır.
Öte yandan “vatandaşlık ücreti”nde hanelerin gelir seviyesinin ulaşması hedeflenen asgari ücret, OVP ve bütçede 2026 için öngörülen enflasyon oranına göre belirlenecektir ve bu da sadece yüzde 16’dır. Bunun üzerine refah payı vs. adlarla kimi eklemeler yapılması durumunda bu oran yüzde 20’lere ancak ulaşabilecektir. Halen 22 bin 104 TL olan asgari ücrette -en iyimser tahminle- yüzde 25 artış sağlansa dahi miktar 27 bin 700 TL civarında olacaktır ki bu rakam bile Türk İş’in Ekim ayı için 28 bin 400 TL olarak belirlediği açlık sınırının altında kalmaktadır.
Türkiye’de ücretlilerin yarıdan fazlasının geliri olan ve 2026 yılı boyunca geçerli olacak asgari ücretin, 2025 Ekim ayının rakamlarıyla bile açlık sınırının altında olması milyonlarca emekçinin önümüzdeki yıl yaşayacağı yoksunluğun hangi boyutlara varacağını işaret etmektedir. Günde 10-12 saat çalışmanın karşılığında emekçilere reva görülen ve onları açlığa mahkûm eden asgari ücretin “vatandaşlık ücreti” adıyla hanelere destek olarak verilmesinin ne kadar gerçekçi olduğunu bir tarafa bıraksak dahi bu uygulamadan yararlanacak hanelerin, karnını bile doyuramayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu durumda akıllara, “madem ekonomi politikalarının yarattığı sosyal yıkıma çare olmayacak; AKP, böyle bir uygulamayı neden gündeme getiriyor?” sorusu gelecektir.
AKP’nin içinden geldiği “Millî Görüş” geleneğinin mirası olan ve iktidarını 23 yıldır sürdürmesini sağlayan en önemli meziyetlerin başında, “halkın yoksulluğunu ve yoksunluğunu iyi yönetmesi” gelir. Bu meziyet, bir yandan halkı yoksullaştıran ve sosyal haklardan mahrum bırakan politikaları uygularken diğer yandan yoksullaşan, güvencesizleşen halk kesimlerini yardıma muhtaç hale getirip kendisine biat ettirerek siyasi rant elde etmeye dayanır. AKP’yi kuran kadrolar özellikle 1994’ten itibaren yönetimlerinde oldukları belediyelerde deneyimleyerek bu meziyeti geliştirmiş; bunun sayesinde iktidara gelmiş ve iktidarları boyunca sadakatle uyguladıkları neoliberal politikaların yarattığı sosyal yıkımı da yine bu yardımların katkısıyla sürdürebilmişlerdir.
Ancak 2008 krizinden itibaren sosyal yardımlar için bütçeden ayrılan pay, sermaye çevrelerince yüksek bulunup, zaman içinde yardımlarda da kesintiye gidilince toplumsal tepkileri bertaraf etmek için uygulanan politika, “otoriterleşmeyi arttırmak” olmuştur. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL düzenini kalıcı hale getiren otoriter rejim sayesinde toplumsal tepkileri baskı ve şiddet yoluyla sindiren AKP, bu süreçte toplumda yoksulluğun, yoksunluğun artmasına rağmen sosyal yardım politikalarını yaygın biçimde uygulama gereği duymamıştır.
Görünen odur ki AKP, ekonomi politikalarının yaratacağı sosyal yıkımın ortaya çıkaracağı toplumsal tepkiyi sadece baskıyla, şiddetle sindiremeyeceğini anlamış ve bütçe görüşmelerinin devam ettiği, asgari ücreti belirleme sürecinin hemen öncesine denk gelen bir zamanda toplumdan gelecek olası tepkileri soğurmak için “vatandaşlık ücreti”ni gündeme getirmiştir.









