Türk solunun Kürt Hareketi ile ilişkisi, sürekli bir gel-git zemininde ilerledi. Suriye’de meydana gelen iç savaş, kendilerini sosyalist olarak tanımlayan parti ve yapıların Kürt hareketi ile kurduğu mesafede turnusol işlevi gördü. Kimisi Rojava’da IŞİD’e karşı Kürtlerle aynı mevziyi paylaştı, kimisi bekle gör politikası izledi, kimisi ise utangaç bir şekilde IŞİD’e gönül koydu. Kürtlerle yoldaşlık yapanlar hariç, diğerleri: Kürt medyasında Sayın Öcalan’ın ‘Demokratik Sosyalizm’ çözümlemeleri üzerine yazılan yazıları tartışmak yerine, bir bütün olarak geçmişin refleksleri ile reddiye yoluna gitmeyi yeğliyorlar. Rojava’da ortaya koyulmaya çalışılan sosyalizm ve komünal toplum çabalarını görmek yerine, ABD ile işbirliği yaparak mı bunu gerçekleştireceksiniz gibi sığ argümanların ötesine geçemiyorlar. Son olarak ANF’de Fırat Dicle’nin yazdığı ‘Rojava sosyalizmin son durağı, demokratik sosyalizmin ilk adımıdır’ yazısı üzerinden bilindik söylemleri tekrar ediyorlar.
Fırat Dicle’nin Rojava’ya atfettiği bütün anlamlara katılmakla beraber, Sovyet Devrimi’nin ortaya çıkardığı gerçeklik ve sonrasında reel sosyalizmin yıkılış nedenleri konusunda farklı düşündüğümü belirtmeliyim. SSCB’nin devrimle birlikte kazanımları, 2. Dünya Savaşında yaşadığı yıkım, ardından gelen soğuk savaş ve silahlanma yarışı, SSCB’nin dostluk temelinde ilişki kurduğu yapay sosyalist ülkelere karşı büyük açık veren ekonomik stratejisini görmeden, sadece şekilsel bir değişiklik oldu, özsel bir değişim yaratmadı gibi bir değerlendirme eksik kalır. Ayrıca Lenin’in Sovyetleri Stalin’le beraber bir Sovyet faşizmine dönüştü tanımlaması da sorunludur. Bu hem faşizmin tanımlamasına hem de ideolojisinin içeriğine de oldukça ters bir çıkarımdır. Tartışmak iyidir. 20. yüzyıldaki sosyalist devrimleri ve mirası üzerinden, 21. yüzyılda nasıl bir sosyalizm inşa edebiliriz üzerine Fırat Dicle’nin yaptığı gibi tartışmak yerine, Öcalan’ın ortaya koyduğu ‘Demokratik Sosyalizm, Komünal Toplum’ görüşlerini toptan reddetmek, Ortodoks bir ideoloji okumasından başka bir şey değil.
Evet! Sovyet Devriminin birçok kazanımı oldu. Günün sonunda hem SSCB hem de diğer sosyalist ülkeler yıkıldı. Bunun nedenlerinin bir kısmını yukarıda sıraladım. Başka birçok etmen daha sıralamak mümkün. Bunları tartışmadan, yerine yenisini koymanın mümkünü yok. Ama Rojava denildi mi, demokratik sosyalizm denildi mi, komünal toplum denildi mi hemen ‘ABD ile işbirliği yaparak, bir de sosyalizm inşa etmeye çalıştıklarını söylüyorlar’ gibi soğuk savaş psikolojisinin refleksleri ile hareket ediyorlar. SSCB, Anayurt Savaşında (2. Dünya Savaşı) ABD ile müttefikti. Beraber Nazi Almanya’sına karşı savaştılar. 11 Haziran 1942’de ABD ile SSCB arasında yapılan Lend-Lease (Borç-Kira) anlaşması çerçevesinde, ABD tarafından Konserve, askeri ekipman, silah yardımı yapıldı. Sadece verilen kamyon sayısı 350 bin, uçak sayısı ise 11 binin üzerindeydi. Ama bu gerçek ortadayken, hiçbir sosyalist çıkıp, SSCB ABD’nin arka bahçesiydi, ABD SSCB’yi kullandı demedi, dememeli de. Ne var ki, SSCB’nin kahramanca savaşına haklı olarak ‘Büyük Zafer’ denilip, en az Nazi Almanya’sı kadar vahşi, barbar IŞİD’e karşı kazanılan bir başka ‘Büyük Zafer’e ama onlar şuydu, buydu demek ahlaksızlıktan başka bir şey değildir.
Eğer reel sosyalizm öldüyse, yerine tıpkısını, aynısını koyamazsınız. 20. yüzyılın dinamikleri farklıydı, 21. yüzyılınkiler farklı. Geçmiş çağ, ulusal kurtuluş mücadeleler çağıydı. Bu çağ demokratik, katılımcı, komünal toplum sosyalizmi çağı olabilir. Yeni şeyler söylemenin zamanı, Sayın Öcalan da bunu yapıyor. Hem de bir odanın içinde, dünyayı okumaya çalışıyor. Eksiklikler olabilir, bunları tamamlamak da gelecek kuşakların omuzlarında olacaktır. Otomasyon devrinden, yapay zekâ devrine geçildi. Yeni önermeler, eskinin doğruları üzerine kurulacaktır. Ama eskinin yanlışlarını da koparıp atarak doğru bir zeminde ilerlenebilir. 100 yıl öncesinin teorisi ve pratiği üzerinden bire bir bugünü kuramayız. Komünal toplum dediğimiz nihayetinde birlikte üreten, birlikte tüketen ve devlet karşısında kendi özyönetimini kuran, demokratik yasaları olan, bireyin karar alma süreçlerine katıldığı bir yaşam biçimidir. Bu anlamıyla devlet sosyalizmi yerine toplum sosyalizmini savunan yeni bir paradigmadır. Bunun sonucunda ortaya çıkacak toplum da ‘demokratik ulus’tur.
SSCB döneminde uygulanan ve tarım işçilerinin örgütlendiği ‘tarım kooperatifleri’ diye nitelendirebileceğimiz Kolhoz örneğini, Komünal toplum deneyinde masaya yatırıp, doğrularından faydalanmak mümkün. Keza İsrail’de İsrail Devleti kurulmadan önce başlanan, devletsiz bir pratik olan, tüm mülkiyetin ortak olduğu, komünal bir yaşam tarzına dayanan, tarımsal topluluk olan Kibbutz deneyiminden de faydalanmak mümkün. Kibbutz’lar sadece tarımsal komünlerle sınırlı kalmayıp, sonrasında imalat, sanayi gibi alanlarda da bu pratiği yaşattılar. Hem Kolhoz hem de Kibbutz pratiği geçmiş yüzyılın birikimleri. Yeni sosyalizm anlayışı, geçmişin değerlerini reddetmiyor. Onu, bu zamanın bir yaşam formu haline getirmeyi formüle ediyor. Yeni bir yol. Üzerinde tartışmak, eksiklikleri varsa katkı sunmak varken; toptan yok sayma ancak anti-sosyalist bir yaklaşıma tekabül eder. Sevgili Sırrı Süreyya Önder’in bize hatırlattığı Marx’ın sözleri ile bitirelim “Tarihin tekerleği hep ileriye doğruya döner”.









