Maxmûr Kampı’na yönelik ambargo 1’inci yılını doldurdu. Kamp yönetimi, yaşanan zorluklara dikkat çekerek, KDP’ye yanlıştan dönülmesi ve BM’ye de sorumluluk çağrısı yaptı
Irak Federe Kürdistan Bölgesi’nin başkenti Hewlêr (Erbil) kentine yaklaşık 100 kilometre uzaklıkta bulunup, Musul vilayetine bağlı olan Maxmur Kampı 1 yıldır ambargo altında. Ambargo, 17 Temmuz 2019 tarihinde Türkiye Konsolosluğu’nda görevli 3 kişiye yönelik silahlı saldırının ardından başlatıldı. Kampta, 1993-1995 yılları arasında köy yakmaları, boşaltmaları ile koruculuk dayatmaları üzerine Şırnak ve Hakkari gibi sınır kentlerinden göç etmek zorunda kalanlar yaşıyor.
Yaklaşık 12 bin insanın yaşayıp, nüfusunun yarısından fazlasını çocukların oluşturduğu kamp, 1998 yılından bu yana Birleşmiş Milletler’in (BM) himayesinde. Eğitim ve sağlık giderleri BM gözetiminde Irak merkezi hükümeti tarafından karşılanan kampta yaşam burada kalanlarca oluşturulan meclisler ve komünler aracılığıyla koordine ediyor. Kampta kalan kadın ve erkekler geçtiğimiz yıla kadar Hewler, Süleymaniye, Dohuk ve Zaho gibi kentlerdeki inşaatlarda, fabrikalarda, atölyelerde ya da gündelik işlerde çalışarak yaşamlarını idame ettiriyordu.
’25 yıldır ciddi baskılar gördük’
Kampın çevresine çeşitli tarihlerde Türkiye tarafından hava saldırıları düzenlendi. Ambargo ile birlikte kampta yaşanan insani durumu Maxmûr İŞTAR Koordinasyon üyesi Nuran Sezgin ve Maxmûr Kampı Halk Meclisi Eş Başkanı Hacı Kaçan anlattı. 25 yıldır bu kampta yaşayan mültecilerin ciddi baskılarla karşı karşıya olduğunu dile getiren Nuran Sezgin, kampta yaşayanların Federe Kürdistan Bölgesi halkı ile bugüne kadar ne siyasi ne ekonomik olarak bir sorun yaşamadığını, tam tersine zor zamanlarda hep dayanışma halinde olduklarını kaydetti. Buna en çarpıcı örneğin IŞİD saldırısı zamanında gösterilen dayanışma olduğunu belirten Sezgin, bölge halkının ambargoya ses çıkarmayışına tepki gösterdi.
En çok kadın ve çocuklar olumsuz etkileniyor
Savaş ve çatışmalı süreçlerden en fazla kadın ve çocukların olumsuz etkilediğini dile getiren Sezgin, Maxmûr Kampı’nın da çoğunlukla kadın ve çocuklardan oluştuğuna işaret ederek, özellikle kadınların ambargo yüzünden büyük zorluklar yaşadıklarını da ifade eti. Ambargodan önce kadınların Hewler’e gidip, alın terleriyle kazandığı parayla evlerini geçindirdiğini söyleyen Sezgin, “İnsanların geçim kaynağı elinden alındılar. Yaşanan ağır ambargo ve saldırılar nedeniyle birçok kadın düşük yaptı. Sağlık alanında zorlandık. Sürekli olarak doktor kontrollerine gitmesi gereken ve kronik hastalıkları olan kişiler en temel hakları olan sağlık haklarından bir yıldır yararlanamıyor. Bu insanların kontrollerine gitmesini KDP asayişi engelliyor. KDP güçlerinin bu tavır ve tutumundan bir an önce vazgeçmesi gerekir.”

Ambargonun ilk gününden itibaren kamp sakinlerinin ‘Ne yapabiliriz?’ sorusu üzerinde yoğunlaştığını ifade eden Sezgin, “Bazı insanlar ambargo altında hayvancılığa başladı. Bir parça toprağı olan ekmeye başladı. Sağlık alanından eğitim alanına kadar alternatifler üretmeye çalıştık. Bu toplum hiçbir zaman, kimsenin önünde başını eğmemiştir. Büyük bir kararlılıkla mücadelesini sürdürüyor. Bizler bu mücadelemizden hiçbir zaman taviz vermedik, vermeyeceğiz de” ifadelerini kullandı.
Salgın durumu daha da zorlaştırdı
Sezgin, ambargo ile birlikte koronavirüsü salgının da yaşadıkları olumsuzlukları derinleştirdiğini vurguladı. Sezgin, binlerce insanın işinden olduğunu, bu durumun insanları hem ekonomik hem de psikolojik olarak ciddi şekilde etkilediğini anlattı. Bir yandan ambargo devam ederken, diğer yandan sürekli hava saldırılarına maruz kaldıklarını vurgulayan Sezgin, BM ve merkezi hükümetin saldırılara karşı sessiz kalmasının kabul edilemez olduğunu ve özellikle de KDP’nin içinde bulunduğu tutuma son vermesi gerektiği söyledi.
Kaçan: Halk öfkeli
Maxmûr Kampı Halk Meclisi Eş Başkanı Hacı Kaçan ise, evleri yakılıp yıkılarak mülteci konumuna düşürülen insanların ambargoyu hak etmediğini söyledi: “Bize dayatılanı kabul etmediğimiz için mülteci olduk. Bu halka bu ambargoyu hak görenler şunu bilsin ki, bu halk hiçbir zaman özgür iradesinden, mücadelesinden vazgeçmedi.”

Kaçan, Maxmûr halkının uluslararası yasalara aykırı olarak maruz kaldığı ambargo nedeniyle öfkeli olduğunu da dile getirdi: “Son bir yıl içinde çok ciddi zorluklarla karşı karşıya kaldık. Peşmergelerin yolu kapatması ve çıkışların engellenmesi yüzünden hasta olanların durumu ağırlaştı. Birçok hamile kadın düşük yaptı. Süleymaniye’ye, Dohuk’a ve Hewler’e giderek geçimini sağlayan insanlar işsiz kaldı. Halk dört bir yandan saldırı ile karşılaştı. Uluslararası hukuka ve yasalara uymayan uygulamalar devreye sokuldu. Hem sağlık, hem eğitim, hem de ekonomik olarak olumsuzluklar yaşadık. Bu ambargoyu halen sürdüren güçleri kınıyoruz”
Yanlıştan dönülmeli
Hiç kimseden yardım dilenmediklerini, ambargonun kaldırılması halinde kamp halkının kendisine yeteceğini vurgulayan Kaçan, şöyle devam etti: “Bu halk hiçbir zaman kendini kimseye muhtaç etmemiştir. Bundan dolayı bir yıldır sürdürülen bu ambargo acil bir şekilde kaldırılmalıdır. Kürtlüğe karşı olan bu tutumu kabul etmiyoruz. Bu konuda şüphelerimiz var. Türkiye hükümeti ile hareket etmek, Kürt halkına layık değildir. Sadece KDP için değil, birçok siyasi Kürt partisi bu durumun işbirlikçileridir. Bundan kaynaklı kampta gerçekleşen her bir mağduriyetin sebebi Başur’da bulunan Kürt siyasi kurumlardır. Çok yakın bir zaman da bu yanlıştan dönülmelidir.”
Kaçan, uygulanan ambargo ve koronavirüs sürecinde BM’nin kampa karşı sorumluluğunu hiçbir şekilde yerine getirmediğini de vurguladı. Verilen hiçbir sözün yerine getirilmediğini, bu durumun kendini insan hakları kuruluşu olarak gören bir örgüt için utanç verici olduğunu dile getiren Kaçan, BM’ye savunduğu ilkelerine sahip çıkma çağrısında bulundu.
Kaynak: MA