Bitmek bilmeyen günlerin cenderesinde sürüklenen hayat, bahaneler arıyor. Dünden veya yarından, nereden gelirse gelsin ama gelsin. Hislere tercüme edecek pek bir şey yok. Biz bıraktık bir şeyleri, biz değiştirdik bir şeyleri, telafi ve temkin, böyle yan yana ve yaka yaka.
Her şeyin hesabı herkesin boynunda asılı. Dünya bir biriktirme yeri, dağıtmadan dağılma serüveni. Yorar dünya, yorulur hayat ve insan yorgun. Çağımıza bir tabela olmaya da uygun; Yorar dünya, yorulur hayat ve insan yorgun. Yorar hayat, yorulur insan, dünya yorgun.
Kışkırtan adımlar, yol açan manevralar, yoldan çıkaran çağrılar tarihte sayfalar değiştirdi. Vahşet ve dehşet ve gelecek aynı mevzide birbirini kolladı. Geldiğimiz yer, gideceğimiz yerlere uçurumlar bahşetti. Vaat edilmiş ve edilmemiş her yere gittik ve hepsinden de kovulduk.
Sıralanmak ve sayılmak çehresi ve çevresi, bize dar geliyor. Çıkışlar ve kaçışlar kol kola bir yerleri tarif ediyor, tahrik ediyor ve tahrip ediyor. Her şeyin devamı sürüyor buralarda, her şey ısrarla devam ediyor. Eski lafta bir araf ve bir taraf; illaki karşılaşmak ve nihayet karışmak tekrarı var. Devran döner, izi kalır, namı keyfi de felaketi de çağırır.
Erteleyerek başkalaşan hayatın içinde herkes acemi. İsyanın sabrı, insanın imtihanı, sınırlar ve sinirler haritası. Her şeyin çizildiği, görüldüğü, göründüğü bir örüntüde sakıncalı herkes. İnsan şu günlerde travmalarına tramvaya biner gibi atlayıp gitse, her yol açılır diye bir kehanet, terk edilmiş bir musibet, yer yer yokluyor.
Sırra kadem basan efsaneler, sır olmaktan çıkan gerçekler bir bir hayatı ayyuka çıkarıyor. Öğrenilen çareler, taklit edilen çaresizlikler dört bir taraftan kuşatınca günleri, durmadan uzaklara bakılır, hayaller kurulur ve teselli fısıldanır; bir gün ama bugün değil.
Unutmaya terk ettiğimiz ve hatırlamayı yasakladığımız ne varsa gidip kendine bir ayna buluyor ve anların içine yansıyor. İnsan kendini görüyor, gösteriyor; insan başkasını görüyor, gösteriyor. İnsan yalnız başına kalamıyor, hep biri veya birileri yaklaşıp yakışıyor.
Kayıp yılların keşmekeşi, kahır zamanların ağırlığı, katledilenlerin yokluğu, kaybedilenlerin varlığı nereden bakılırsa bakılsın görülüyor. Biz zaten gördüklerimize rağmen göstermek istediklerimizin peşinden gidenleriz. Çağın hiddeti, şiddeti ve şirreti katlanarak büyürken, ehlileşmek, avunmak ve aldanmak ancak bir tuzaktır ve kuyudur.
Histerik gülüşlerin gürültüsü, kahkahalar, sırıtışlar ve kamaşan dişlerin gölgesi çöküyor yaşamın üstüne. Maskeler, hileler, yüzsüzlükler gırla gelip kapılara dayanıyor. İşte dayanmak orada başlarken, bir şeylerin de sonu geliyor. Hayat bir handikap, hayat bir serüven, hayat bir hata, hayat ölümcül ve hayatsızlık yeryüzünde herkese bulaştı.
Bize yeniler, yenilgiler ve yergiler lazım. Dünyaya henüz değmemiş, gerçekler ve yalanlarla korkutulmamış, cüretiyle herkesi şaşırtmış başlangıçlar lazım. Dün beklenen, bugün anımsanmayan ve daha hayal edilmemiş yarınlar lazım. Bize hatalarımız ve hayatlarımız kadar bir şeyler lazım. İnsana isyan, isyana da insan lazım.
Elbette değişirken güzelleşen, güzelleşirken değişen ve tüm kalıplardan uzak duran yarınlar, beklesin bizi, sonra da görsün ve kainata göstersin.
Haftanın kitap önerisi: Mehmet Mahsum Oral, Barbarlarla Beklerken / Everest Yayınları