5 Ağustos 2025, Türkiye siyasi tarihinde yıllardır devam eden derin bir sorunun çözümü için yeni bir başlangıç umudunun doğduğu tarih olarak kayıtlara geçebilir. Zira bu PKK’nin attığı adımlardan sonra devletin attığı ilk adım.
TBMM, “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” ilk toplantısını gerçekleştirirken, aynı gün CHP’li Adıyaman Belediye Başkanının görevine iade edilmesi ve Genelkurmay Başkanlığı başta olmak üzere gerçekleşen bir dizi askeri atama, bir tesadüften öte; siyasi ve toplumsal iklimde yön değişikliğinin sinyalleri gibi değerlendirildi.
İktidarın pragmatist ve hukuksuzlukta sınır tanımayan tutumuna rağmen, bu gelişmeler, özellikle Kürt sorununun çözümünde, barış ve demokratikleşme alanında yeni bir sayfa açılıp açılmadığı sorusunu beraberinde getiriyor.
‘Müzakere değil, ortak gelecek arayışı’
TBMM Başkanı Kurtulmuş, komisyonun açılışında yaptığı konuşmada, bu süreci “müzakere” ya da “pazarlık” olarak değil, “ortak bir gelecek inşa etme” çabası olarak tanımladı. Müzakere etmeyi bir kibir meselesi yaparak yok sayma tutumunu bir yana bırakacak olursak, bu söylem, yıllardır her türlü demokratik açılımı “teröre taviz” olarak kodlayan, hâkim siyasal anlayış açısından anlamlı bir kırılma olarak okunabilir mi, bunu da zaman gösterecek.
Tutdere’nin iadesi: yeni bir yolun eşiği mi?
5 Ağustos’un sembolik anlamını derinleştiren diğer bir gelişme ise, Tutdere’nin görevine iade edilmesiydi. Ancak Tutdere hakkında alınan karar, ilk bakışta hukuka dönüş sinyali gibi dursa da Türkiye’nin mevcut pratiğinde yargının nasıl siyasal bir araç haline getirildiği göz önünde bulundurulduğunda, bu gelişme ister istemez siyasi bir manevra olarak da değerlendiriliyor.
Bu olumlu bir gelişme olsa da aynı gün DEM Partili belediyelere atanan kayyımların akıbeti değişmediği gibi, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Adana, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanları ve diğer muhaliflere yönelik süren davalar ve tutsaklıklar düşünüldüğünde yargının tarafsızlığına dair şüpheleri ortadan kaldırmıyor.
Güvenlik-Siyaset dengesi mi?
Aynı gün Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) toplantısıyla gerçekleşen askeri atamalar, özellikle Genelkurmay Başkanı Gürak’ın emekliliğe sevki, bu siyasi hamlelerin güvenlik kurumlarıyla koordineli yürütülmeye çalışıldığını düşündürüyor. Türkiye’nin tarihsel deneyimlerinde, sivil siyaset ile askeri yapı arasındaki gerilimli ilişki göz önüne alındığında, akla uyum gelebileceği gibi, bu atamalar barışçıl ve demokratik çözüm arayışlarını desteklemekten çok, sürecin güvenlikçi bir çerçevede denetim altında tutulması amacını da taşıyor olabilir. Sınır ötesi operasyonlar politikasındaki tutum bu konuda bir gösterge olacak.
AKP, bir yandan milliyetçi seçmenine “devletin güvenliği her şeyin önündedir” mesajını verirken, diğer yandan halkın barış arayışlarını kontrollü bir biçimde yönlendirme stratejisi izliyor. Ancak bu yaklaşım, çözüm sürecinin geçmişte neden başarısızlığa uğradığını da hatırlatıyor: Zira güvenlik merkezli politikalar, barış sürecinin özünü oluşturan demokratikleşme dinamiklerini gölgede bırakırsa, sonuç yine bir yere kadar olabilir.
AKP’nin stratejik hesapları
Komisyonun varlığı önemli, ancak, AKP açısından birden çok stratejik işleve sahipmiş gibi görünüyor. Kamuoyunda “terörsüz Türkiye” imajıyla, AKP, kaybettiği meşruiyeti ve seçmen güvenini yeniden tesis etmeyi amaçlıyor. İkinci olarak, mevcut anayasa ve yasa uygulamalarındaki keyfiliğe rağmen, anayasa değişikliği için bir toplumsal zemin hazırlamak arzusunu da gizleyemiyor.
Üçüncü olarak, AKP’nin “adım adım ilerleme” yaklaşımı, PKK’nin silah bırakma açıklamasına paralel olarak yasal düzenlemeleri gündeme getirerek, ancak yasalaşma aşamasında süreci kontrollü ve tek taraflı biçimde yönetme hedefini taşıyor endişeleri az değil. Böyle olup olmadığını komisyondan alınan kararların ve yasa tekliflerinin havalesi ve yasalaşması aşamasında göreceğiz. Umarız ki komisyonda çoğunluğun iradesiyle alınan kararlar, Genel Kuruldu AKP ve MHP oylarıyla elenmez. Böyle olursa, bu süreç, demokratik bir çözümden ziyade, yönetilebilir bir normalleşme görüntüsü yaratmaya yönelik bir strateji olarak kalabilir.
Umut ile Şüphe arasında
Tüm bu gelişmelere rağmen, Türkiye’nin, Kürt sorununda barışçı çözüm ve demokratikleşme yolculuğunda kırılgan bir viraja girdiği açıktır. Öcalan’ın çağrısı, PKK’nin kongrede fesih kararı ve silahları yakma girişiminden sonra 5 Ağustos 2025, sembolik olarak önemli bir eşik. Fakat eşik ancak başta toplumsal katılımla, hep söylendiği üzere ‘hukuk devleti’ ilkesine uymakla ve gerçekten eşit yurttaşlık temelinde bir barış anlayışıyla anlam kazanabilir.
Hep söylenegeldiği üzere Kürt sorunu yalnızca bir güvenlik sorunu olarak ele alınamaz ve silahların bırakılması ile çözülmüş olmayacak. Kürt sorunu, demokratikleşme, eşitlik ve haklar meselesidir. Sorunun çözümü için atılacak her adım, bu hakikatin kabulüyle başlamalıdır. Dil, kültür, kayyım ve yerel yönetimler alanında adımlar atılmalı, cezaevleri boşaltılmalıdır. Geçmişte olduğu gibi, yüzeysel bazı reformlar ve sembolik bazı jestlerle örülü süreçler, kalıcı çözüm üretmekten uzak kalacaktır.
Sonuç olarak;
5 Ağustos 2025, hem umutların hem de AKP’nin niteliğinden kaynaklı olarak şüphelerin sürdüğü bir dönüm noktasıdır. İkinci toplantı dün yapıldı, İçişleri Bakanı, MİT Başkanı, Milli Savunma Bakanının sunumları vardı. Tüm bunlar,.
Fakat bu kapının ardında kalıcı bir barışın olup olmadığını belirleyecek olan şey; yalnızca siyasi irade değil, aynı zamanda toplumun bu süreci sahiplenmesi; Kürt, Türk, Arap, Alevi, Sünni tüm işçi ve emekçilerin, ezilen halkların yürüttüğü demokratikleşme mücadelesinin her alanda kararlılıkla sürdürülmesidir.