TBMM Komisyon’unda yürütülen “barış ve demokratik toplum süreci”, ne yazık ki, istenen düzeyde toplumsallaşamadı. Bu sürece tüm kaygı ve kuşkularına rağmen sahip çıkan Kürt toplumunu örgütleyenler, onların eylemini “Başkan Apo’nun başlattığı süreci destekliyoruz” içeriğiyle sınırlı tutmuşa benziyorlar. Desteklenen süreci sabote eden güçlere karşı muhalefet, sözcülerin demeçleri dışında halk kitlelerinin eylemine dayanmıyor. Bu zayıflık muhtemelen müzakereye zarar verme endişesinin halkın eylemini örgütleyecek olan insanların üstünde frenleyici etkiler yapıyor olmasından ileri geliyor olabilir.
Oysa bu süreç kritik aşamadadır ve “norm dışı devlet” ve Erdoğan’ın çevresi süreci tehlikeli şekilde sabote etmektedir.
Sabotaj iki koldan yürütülüyor. Birinci kolun başında İstanbul Baş Savcısı, dolayısı ile Adalet Bakanı, ikinci kolun başında ise Dışişleri Bakanı ve Savunma Bakanı görünürdeki “süreç karşıtları” olarak ortaya çıkıyor. Erdoğan belki de, her zaman olduğu gibi “norm devlet” ile “norm dışı devlet” arasında, kendi iktidar çıkarları temelinde zigzag yapıyor. Devlet Bahçeli’nin son olumlu çıkışları ise, Saray İttifakında henüz sonuç vermemiştir.
CHP Belediyelerine karşı, vaktiyle Kürt özgürlük hareketinin belediyelerine karşı yürütülenden farklı olmayan bir sistemli saldırı yürütülüyor. Bunun amacı ortaya çıkmıştır; çözüm karşıtları, CHP çevresindeki aşırı ulusalcılara ve onlarla işbirliği yapan kimi sol çevrelere dayanarak, Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’nun başında bulunduğu CHP’yi çözüm sürecinin dışına düşürmek istiyorlar. Bu gerçekleştiği zaman çözüm sürecinin sosyal tabanı daralır, çoğunluk karşı tarafa geçer ve TBMM Komisyonu kesinlikle dağılır, Dem Parti AKP ve MHP’nin karşısında yalnızlaşır ve Abdullah Öcalan’ın yaptırım gücü zayıflar. Bu koşullarda “norm dışı devletin” defalarca şahit olduğumuz provokasyonlarından birinin gerçekleşmesiyle, “barış ve demokratik toplum süreci” bir kere daha son bulur.
İkinci kolda yer alan unsurlar ise, en az birinci kolda yer alanlar kadar yıkıcı bir role soyunmuşlardır. Hakan Fidan Türkiye’de yürütülen barış ve demokratikleşme sürecini son demecinde Suriye’de QSD’nin Coloni güçlerine teslim olması ön şartına bağlamıştır. Eğer bu ön şartla yapılmak istenen önlenemezse, TBMM Komisyonu fiilen işlevsiz kalacaktır. Komisyondaki partilerin arasında yüzde yüz mutabakat sağlansa ve gerekli yasal ve hukuki adımların atılmasıyla ilgili “öneriler”de anlaşma olsa bile, Suriye’de Hakan Fidan’ın dayattığı ön şart gerçekleşmedikçe, Özerk Yönetim Rojava’da demokratik, adem-i merkeziyekçi, laik, kadın özgürlükçü ve “demokratik ulusçu” sisteminden vaz geçmedikçe, Komisyon’un alacağı kararların hiçbir geçerliliği olmayacaktır. Rojava teslim olmayacağına göre, “norm dışı devlet” Rojava’ya saldırmanın bahanesini yaratmak için her yola başvurabilecektir. Daha geçtiğimiz gün, Savunma Bakanlığı sözcüsü Tuğamiral, QSD’yi yeniden “terörist örgüt” olarak niteledi. Suriye’de patlayacak ilk mermi Komisyonu vurur.
Bu yazdıklarım abartılı bulunabilir. Abartı payı çıkarılsa bile burada yazılı ihtimalleri hiç kimse görmezden gelemez.
Bu durumda “barış ve demokratik toplum sürecinin” kaderini, yalnızca Komisyonda ve siyasi ortamda “tarafların dilinin düzeltilmesine”, müzakere ortamının “yumuşatılmasına” bağlamak yeterli olamaz. Bu iki tehlikeyi savuşturmak için, CHP Belediyelerine yönelik tutuklama kampanyasına ve Rojava’ya yönelik tehditlere karşı bu süreci destekleyen Kürt halkı ile Kasım ayından beri 45’inci defa miting alanlarını dolduran Türk halkı arasında acil ve eylemli bir ittifaka ihtiyaç vardır.
Şu anda Dem Partinin açıklamalarına göre, gündemimizde erken seçim olmasa bile, müzakere sürecinde muhatabımız iktidar partilerine, bu tehlikelere karşı masamızda muhalefet etmenin erken seçim de içinde olmak üzere her türlü mücadele biçim ve yöntemlerinin yer aldığını hissettirmenin zamanıdır ve Komisyonu sabote etmeye karşı erken seçim masaya konulaacak caydırıcı yaptırımdır diye düşünüyorum.
Komisyonda yapıcı diyalog ve müzakere, alanlarda örgütlenme ve mücadele “barış ve demokratik toplum sürecini” başarıya ulaştırmanın, bu aşamada olmazsa olmaz zorunluluğudur.
Not: Konunun ciddiyeti nedeniyle, yazımın yalnızca bana ait kişisel düşünceler olduğunu okurlarımın dikkatine sunarım.