• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
22 Ağustos 2025 Cuma
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Gündem Güncel

Muhammed İnal: Kürtlerle ittifak kurtuluş getirir

22 Ağustos 2025 Cuma - 00:00
Kategori: Güncel, Manşet, Söyleşi
Muhammed İnal: Kürtlerle ittifak kurtuluş getirir

Türklerin asli beka sorunu, 1071’de Kürtlerle ittifak sayesinde çözümlenmiştir. 1500’lerde Osmanlı’nın kendini tahkim edip Avrupa’da ilerleyebilmesinin diyalektiği de, yine Kürt ittifakıdır. 1800’lerin ikinci yarısından itibaren Osmanlı’nın zayıflamasının asli sebeplerinden biri de, Osmanlı’nın Kürtlerle olan ilişkisinin zedelenmesidir

Rosida Mardin

Egemenler kendilerine göre tarihler uydurarak hakikati gizlemeye çalıştı çağlar boyunca. Bu taktik günümüzde de farklı şekillerde kendini gösteriyor. Elbette bu çarpıtmalara karşı her zaman gerçeklerin yanında yer açanlar ve yer alanlar da oldu. Denilir ki hakikat kaybolmaz, en fazla bir süre gözlerden ve düşüncelerden ırak tutulur. Nitekim yalanlar bir yere kadar gider, sonra da ayyuka çıkar ve gerçekler kendini gösterir. İçinden geçtiğimiz bu günlerde de tarihte yaşananlara tekrar dönüp bakmamızı zorunlu kılıyor. Biz de cezaevinde gerçeklere dair yazan ve bunun mücadelesini verenlerin fikirlerini merak ettik.

Aram Yayınları tarafından kitapları yayınlanan gazetemizin yazarı Muhammed İnal ile hem kitapları ve güncel gelişmeleri konuştuk.

  • 2023’te yayınlanan ‘Devrimci İslam Tarihi’ isimli çalışmanızdan sonra, kısa süre önce sizin de yazarları arasında yer aldığınız ve düzenlemesini yaptığınız ‘Eski Bir Düş, Yeni Bir Dünya’ isimli çalışma yayınlandı. İçeriği nedir, neyi anlatıyor?

Bu çalışmamız kolektif bir çabanın ürünüydü. İçeriği itibariyle 2013 yılında başlayan demokratik çözüm süreci ekseninde özgürlük hareketinin ve Kürt halkının bu sürece biçtiği anlam ve nasıl bir toplumsal ideal öngördüklerini incelemeyi esas almaktadır. Bu çalışmamız 2013 yılının Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında kaleme alındı. Yani ‘sonradan’ bu süreci inceleme ve analiz yerine, tam da sürecin içinde, hatta henüz başında bu sürecin ne anlama geldiğini kendi içinde tartışan bir grup siyasi tutsağın bu tartışmaları eşzamanlı olarak kaleme almasıyla ortaya çıktı. Öz itibariyle demokratik çözüm iddiasının hangi paradigmatik temellere dayandığı, basit bir ateşkes olmanın ötesinde, demokrasi, halkların birlikte yaşama ve özgürlük ideallerine ilişkin nasıl bir model önerdiği hususlarında tartışmalarımızın içeriğidir.

  • Tam da yeni çözüm sürecinin başında yayınlanması?

Hayır, böyle bir planlama yoktu. 2015 yılında yayınlanması planlanmıştı, ancak sürecin akamete uğraması akabinde gelişen ağır çatışmalı ortamda daha farklı öncelikler olduğu için biz uygun görmedik. 2023 yılı başlarında Aram Yayınları tarafından yeniden planlamaya dahil edildiğinde yeni çözüm süreci zaten gündemde değildi. Biz de 2013 sürecinin tam da içinde yürütülen tartışmaların bütün eksiklikleri ve fazlalıklarıyla tarihin o dönemine ilişkin bir belge olması hasebiyle içeriğine dokunmadan paylaşmanın sorumluluk gereği olduğunu düşündük. Kısmi sadeleştirme ve redaksiyon dışında içeriğine bir müdahalede bulunmadık.

  • 2013’teki sürece dahil olsa da Barış ve Demokratik Toplum çağrısıyla başlayan yeni sürece dair okumalar yapmaya da imkan sunuyor. Hatta birçok boyutuyla şu anki sürece dair tespitlerde bulunuyor gibi…

Evet, dediğim gibi bu çalışma tamamen 2013’ün ilk yarısında 3-4 aylık tartışmalarla biçimlendi. Şu anki çözüm süreciyle 2013’tekinin arasında konjonktürel politik ve bölgesel güç denklemleri boyutuyla birçok farklılık bulunmaktadır. Ancak Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin barış, eşitlikçi- özgürlükçü toplum ideali konjonktürel veya taktik değil, öze dair ve ilkeseldir. 2009’da da hatta 1993’te Kürt halkı onurlu bir barışa ve kardeşçe yaşamaya hazır olduğunu söylediğinde bunlar taktik değil ilkeseldi. 2013 sürecindeki ilkesel tutum değişmedi. Dolayısıyla 2025’teki süreçte kimi bilimsel-politik yöntem farklılıkları haricinde, öz olarak aynı değerlere bağlı olduğumuz için, 2013’te sergilenen ilkesel tutum bugün için de geçerlidir.

  • Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana devlet, barış ve kardeşlik söylemini büyük oranda taktik bir kandırma unsuru olarak ele aldı. Birçok barış girişimi bu yüzden sabote edildi. Buna rağmen yeni süreçte devletin samimiyetine güvenip barış söylemini sürdürmek ne kadar doğru?

Şunu net bir şekilde belirtmek gerekir ki adil, eşit, özgür toplum idealine bağlı insanlar için “barış” ilkesel bir tutumdur. Ve devletlerin ya da şu bu güçlerin samimiyetine bağlanmış değildir. Eğer buna göre değerlendirecek olursak, devletin samimiyetine hiç güvenmemek gerekir. Zira egemenler-müstekbirler ahlaki ilkeye göre değil, çıkar ve iktidar ilkesine göre hareket eder. Halkımızın barış talebi, devletleri, onların çıkar ve güç eksenli dengelerini çok çok aşan bir ideale, tarihsel ve toplumsal hakikate dayanır. Örneğin bugün Kürt halkına da, Filistin halkına da dayatılan savaş, bu halkların tercihi değildir. Varlık inkarına karşı bir mücadeledir. Egemenler için ise savaş, bir siyaset, bir ekonomi-rant, kültür hatta “din” olmuştur. İşte soykırımcı İsrail egemenlerinin yaptıkları ortadadır. Barış ise halkların ve inançların dilidir. Barış içinde yaşamak asli siyaset, asli ekonomik refah, kültür ve hatta dinlerin de asli unsurudur.

Örneğin Hazreti İsa’nın temel mesajı; Sevgi, barış ve merhamettir. İsa’nın Hristiyanlığı “barış dini”dir. Roma’nın vahşet, katliam ve nefretine karşı barış ve kardeşlik dinini kurumlaştırır. “Düşmanını da seveceksin” ilkesi, zalim egemenlere değil, toplumun- halkların iç barışına yöneliktir. Yine “İslam” kavram olarak “barış”tır, ayetler net olarak barışa çağırır. “Bir bütün olarak barış (iklimine) girin”. (Bakara 208) İslam’ın toplumsal ideali barış yurdudur. (Yunus 25- Allah sizi “barış yurduna çağırıyor”) Peki ya birileri barışı bir taktik, bir kandırmaca olarak ele alırsa? Kuran, barışı o denli önemser ki karşı taraf zor durumda kaldığı için taktik olarak barış önerdiğinde bile “bunun taktik olduğunu biliyor olsanız dahi, önleminizi alın ve yine barışa yanaşın” der. (Nisa- 90-91-94)

Günümüzdeki barış ve demokratik toplum çağrısının elbette devlete-devletlere ilişkin boyutları var. Ancak bu işin küçük bir boyutudur. Çok daha fazlası topluma yapılan bir çağrıdır. Kürtlere, Türklere, Araplara, Lazlara, sosyalistlere, Alevi- Sünni dindarlara, Hristiyanlara… herkese barış yurdunu korumak için yapılan bir davettir.

  • Tarihte Kürt Türk ilişkilerini ve ‘üç momentum’a geniş bir yer ayırmışsınız. Temel vurgularınızdan biri, bilinenin aksine Türklerin bu ittifaklara daha fazla muhtaç ve mecbur olduğuna dair. Bunu biraz açar mısınız? 

Bilindiği üzere Türki kavimlerin/boyların Ortadoğu’ya gelişi, Türk tarihi açısından ciddi bir varlık-yokluk ikileminde ortaya çıkmıştı. Orta Asya orijinli Türki boylar, göçebe yapılarıyla Çin egemen sistemi karşısında ciddi zorlamayı yaşadıkları için kendi kültür havzalarını terk etmek zorunda kaldılar. Bir halk için, her ne kadar göçebe olsa da, kendi kültür havzasını terk etmek, çoğu zaman yok oluşla sonuçlanmıştır. Ortadoğu’ya gelen Türki boylar, vatan bulamamaları halinde, Doğu Avrupa’daki boylarının başına geldiği gibi erimeleri ve yok olmaları kaçınılmazdı. İşte böylesi kritik bir eşikte, Kürtlerin büyük desteği ile 1071’de Roma’nın geriletilmesi ve Türki boylarının Anadolu’ya yerleşip vatan bulmaları, bir halk olarak ayakta kalmalarının en kritik kazanımıydı. Türklerin asli beka sorunu, 1071’de Kürtlerle ittifak sayesinde çözümlenmiştir. 1500’lerde Osmanlı’nın kendini tahkim edip Avrupa’da ilerleyebilmesinin diyalektiği de, yine Kürt ittifakıdır. 1800’lerin ikinci yarısından itibaren Osmanlı’nın zayıflamasının asli sebeplerinden biri de, Osmanlı’nın merkezileşmeci politikalara yönelmesi sonucu Kürtlerle olan ilişkisinin zedelenmesidir. Birinci Dünya Savaşı döneminde Osmanlı’nın batılı sömürgeci-emperyalist güçler tarafından parçalanması ve sömürgeleştirilmesi gündeme geldiğinde, buna karşı en güçlü direnç Kürdistan’dan geldi. Kurtuluş Savaşı’nın bütün örgütlenmesi Kürdistan’da yapıldı, ilk ve en güçlü müdafai hukuk cemiyetleri burada kuruldu. Mustafa Kemal’in direnişine öncülük eden kongreler (Erzurum ve Sivas) Kürdistan’da Kürt öncülüğünde gerçekleşti. İstanbul teslim olmuş, İngiliz destekli Yunan birlikleri Ankara ovasına kadar bütün Ege’yi almışken, Mardin’den Antep ve Maraş’a, Kars’tan Bitlis’e kadar Kürt coğrafyası bütün satıhlarda tek bir karış toprağı kaptırmamışlardı.

Ancak Kurtuluş Savaşı, Kürtlerin desteği ve hatta öncülüğü ile kazanıldıktan sonra Türk burjuva ve aydınlanmacı egemenleri, Kürtlerin varlığını dahi inkâr eden katliamcı tekçi ulus- devlet modelini dayattılar. Şêx Said’den başlamak üzere Kürdistan’da boydan boya katliam yürüttüler. Yüzyıllık sorunun temelinde bu vardı.

Şimdi de 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, kuruluş dönemindeki gibi bir beka sorunu yaşayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti var. İç barışı olmayan, savaş nedeniyle ekonomisi çökmüş, diplomasisi yerde sürünen ve Kürtler karşısında yenilgi yaşayan Türkiye Cumhuriyeti uluslararası güçler içinde ‘rahat lokma’ noktasındadır. Kürtlerle savaşa devam sadece yüzyıllık Cumhuriyeti değil, Anadolu’daki 1000 yıllık Türk varlığını tehlikeye atmıştır. Kürtlerle dürüst bir barış ve ittifak ise Cumhuriyet’i 1071’de ve 1920’deki gibi kurtuluşa götürecektir. Seçim onlarındır.

  • Mevcut süreçte Kürtler açısından bir risk yok mu? Yeniden 1920’deki gibi bir kandırılma yaşanmaz mı?  

Tarihe eleştirel yaklaşmak fakat saygı ve hakkaniyeti de korumak elzemdir. Kürtler, 1071, 1500’ler veya 1920’lerde kandırılmadılar. Belki birçok politik öngörü yetersizliklerinin olması ayrı bir konudur ama bu momentleri, ‘kandırılma’ terimi ile karşılamak, tarihimize de haksızlık olur. Kürtler ve Türkler bu üç momentte de ittifak kararı verdiler ve tarihteki uzun süre analiziyle bakıldığında kazandılar.

1908-1923 arasındaki süreçte Kürtlerin iç tartışmaları vardır. Osmanlı’nın merkezileşmeci politikaları ilişkileri zedelemişti. Ayrılıkçı düşünceyi savunanlar (Şerif Paşa gibi) olduğu gibi, yeni bir statü temelinde ittifak ve birliğin sürdürülmesini savunanlar da vardır. İTC’nin kurucuları arasında yer alan Ahmet Cevdet ve İshak Sükuti, daha sonra Saîdê Kürdi ve Seyit Abdulkadir, Kürtlerin kesin bir statü kazanmasıyla Osmanlı’yla devam etmesini savundular. Ayrılırsak ne kazanırız, tarihsel ittifakı sürdürürsek ne kaybederiz soruları tahminimizin ötesinde tartışılıyor. Statüde halk meclislerine (encümenler) dayalı otonomi öne çıkıyor. 1907’de Dersim’de, Beyazıt, Bitlis’te, 1908’de Barzan-Zebari Kemavent’te kesintisiz statü talepli direnişler var. İran Kürdistanı’nda, Şii anayasacılık hareketinin de etkisiyle Kürtler 1905’te Mahabat, Sine, Saqız, Kirmanşah ve Urmiye’de Kürtler kent yönetimlerini ele geçirmiş, özerk-yönetimler olan Encümenler kurmuşlardı. Osmanlı’daki Kürtler de benzer talepleri dillendiriyor. Kurtuluş Savaşı’na ve Cumhuriyet’in kuruluşuna böyle ortak bir vizyonla giriliyor. Ayrılıkçı eğilim, batı sömürgeciliğinin Kürtlere kurduğu tuzağı görüyor; Örneğin Sevr’de planlanan” Kürdistan” tüm Kürt topraklarının %15’ine bile tekabül etmiyor.

Dönem Kürt öncülüğünün hatası, ittifak geliştirmesi değil; Cumhuriyet kurulduktan sonra Kürt-Türk ilişkilerinin eskisi gibi, Osmanlı’daki gibi sürdürüleceğini sanmalarıydı. Ancak Türk elitleri, Cumhuriyeti kurduktan hemen sonra, batı emperyalizmi ile uzlaşarak baskıcı, inkârcı ulus devlet modeline geçtiklerinde, Kürt öncülüğü buna cevap verebilecek politik-örgütsel kapasiteyi geliştiremedi. Yani Kürtler modernite ile baş etmekte zorlandılar, modern ulus- devletin saldırılarını bertaraf edemediler. 1905-1938 arası çok onurlu bir direniş gösterildi ama Kürdistan statüsü hususunda bir başarı elde edilemedi.

Günümüzde de riskler çoktur. Ancak her 4 parçada örgütlenmiş ve politik duruşu yüksek, bölgede öncü aktör rolünü oynayan bir halk gerçekliği var. 20. yüzyılın başındaki yetersizliklerden ciddi dersler çıkarıldı, genelde 120 yıllık önceden de 50 yıllık mücadele birikimi var. Güçlü bir yapılanma var.

Çalışmada kimi ilginç ayrıntılara değer vermişsiniz; Örneğin Said Kürdi’nin 1905-1925 arası oldukça Kürdistan eksenli aktif siyasi hayatı olduğu, İkinci Meşrutiyet ilanında önemli bir konumunun olduğunu, 2. Abdülhamid’e karşı ciddi bir muhalefet sergilediğini, Ermeni katliamı döneminde buna karşı çıktığını, Ermenilerle Kürtlerin dostluğuna çok önem verdiğini ve ayrıca Asya devrimi gibi fikirlerini… oysa Türkiye’de ve Kürdistan’da kimi çevrelerde çok farklı bir algı var.

Türk-İslam sentezcileri, özellikle Gülenciler tarafından fikirleri oldukça çarpıtılan hatta tersine çevrilen isimlerin başında Saidî Kürdî gelir. 1905-1925 ilk dönem eserleri- fikirleri yasaklandı. Meşgul cemaatler tarafından tahrifata uğradı. Kimileri de aydınlanmacı- pozitivist zihniyetle onu gerici- dinci ilan etti.

Oysa Saidî Kürdi oldukça derin bir Kürdistani yurtseverliği savunmuştu. 2. Abdülhamit döneminde bu nedenlerle önce hapishaneye, ardından halk arasında itibarını zedelemek için bir süre tımarhaneye kapatıldı. Temel çabası Kürtlerin yeni bir statü kazanmasıydı. Ona göre Kürtler, özerklik/muhtariyet temelinde ya yeni bir statü kazanacaklardı, ya da yok olacaklardı “eski hâl (statü) muhal, ya yeni hal (statü), ya izmihlal/yokoluş” sloganı buna dönüktür. Ona göre Kürtlerin sorunu, milli birlikten uzak çatışmalı iç yapı, çağın bilgisinin gerisinde kalan cehalet durumları ve toplumsal- ekonomik olarak geri yapılarıydı. O bu durumu 500 yıllık uyku olarak tanımlar ve meşhur “ey Asuriler’in ve Keyanilerin cihangirlik zamanından beri pêşdar kahraman askerler olan Kürtler! 500 senedir yattığınız yeter. Artık uyanın, sabahtır. Yoksa vahşet çölünde yok olacaksınız.” Kitabı Kürtlere yöneltir. Kürtler Osmanlı’yla olacaklarsa, bu kesinlikle muhtariyet / özerklik ekseninde olmalıdır. Bu amaçlarla 2. Meşrutiyet’e katılan Abdülhamid’in devrilmesi sonrasında oluşacak yeni sistemde hem Kürtler için hem de Osmanlı için yeni model önerir. Yenilenme için üç kavram önerir: Anayasacılık (meşrutiyet), demokrasiye tekabül eden meşveret ve bütün toplumsal zihniyet alanı için hürriyet esas alınmalıdır. Osmanlı’nın ve hatta bütün Asya’nın yepyeni bir uyanışa, toplumsal zihniyet devrimine ihtiyacı vardır. “İstanbul’daki Hamit ağa (2. Abdülhamid’i kastediyor) derdest edilip de zavallı köylüyü sömüren köy ağaları, ilim ağaları, din ağaları kaldıkça bunun hiçbir anlamı olmayacaktır.” Bu ideallerle 2. Meşrutiyet’e katılır fakat iktidar olan İttihat ve Terakki’nin tutumunu gördüğünde bunu “kokuşmuş eski esareti başka kapta içirmeye çalışmak” olarak reddeder.

Cumhuriyetin kuruluşu döneminde yine Kürtlerin özerklik statüsüyle cumhuriyete katılımını esas alır. Birinci Meclis’te Kürdistan mebuslarının liderliği konumundadır. Ancak 1924 Anayasası ile inkar politikaları devreye girdiğinde buna karşı durur. 1925’te Şeyh Sait ile olan kimi yazışmalardan anlaşıldığı kadarıyla mevcut güç dengeleri Kürtlerin iç durumları ve uluslararası durumlar nedeniyle Kürtlerin doğrudan silahlı direniş yöntemine başvurmalarını doğru bulmamaktadır. Devletin başta İngilizler olma üzere uluslararası güçlerden icazet ve destek aldıklarını, Jakoben -laik ve Türkçü elitlerin sistemlerini tahkim etmek için zor ve katliam enstrümanlarını devreye koyacaklarını öngörmüştü. Ancak direnişin öngörmeyen bir şekilde erkenden patlak vermesi, liderliğin idamlarla yok edilmesi onda ciddi bir hayal kırıklığı ve geri çekilmeyi de getirdi. Yeni Ş. Sait dönemi biraz da bu hayal kırıklığının ürünüdür. 

  • Son olarak sürece dair kaygısı olan hatta taleplerden vazgeçme olarak değerlendiren çevreler için ne dersiniz?

Halkımızın devlete yönelik olan kaygısı haklı ve meşrudur. Derin bir politika bilincinde yansıtır. Kaygılı olmak uyanık bir zihin haline işaret eder, tedbiri zorunlu kılar. Önemli olan bu kaygılara layık bir çaba içinde olmaktır. Ancak biz bu süreci kendi gücümüze, ideallerimize ve halkımıza olan güvenle başlattık, kendimize de güvenmeliyiz.

Taleplerden vazgeçme konusu ise çoğunlukla yanlış anlaşılan ya da bazı çevrelerin bilerek çarpıttıkları bir konudur. Kürt halkı taleplerinden vazgeçmedi. Tam tersine taleplerine oldukça derinlikli, felsefi ve siyasal forma kavuşturdu. Vazgeçmekten kasıt devlet ise özgürlük idealinin devlet olmayla bir ilgisi yoktur. Bu süreç devletten ya da başka uluslararası güçlerden bir şey talep ederek, bekleyerek beklenti içinde yürütülecek bir süreç değildir. Tam tersine kendi gücümüz ve irademizle özgürlüğümüzü kendi ellerimizle inşa edeceğimiz limandır.

Beddiüzzaman’ın 120 yıl önce Kürtlere seslenişi şöyledir ve bugün için de geçerlidir: “İnşallah halkımız varsa, inşallah hakkımız varsa diyenler biçare talihinize siz yardım ettirmelisiniz. Bağdat tarrarları gibi oturtarak hürriyetin gelmesi beklenmez. Öyleyse gayret edin. Milli birlik fikri etrafında birleşerek ilim ve ahlak ile çalışın. Ta ki özgürlük pınarı bizde de  çıksın. Yoksa daima dilenci olacaksınız veya susuzluktan öleceksiniz.”

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Parsel parsel satan bir sanık aranıyor

Sonraki Haber

Suriye’de gelecek kaygısı: Alevi, Dürzi ve Kürtlerin ortak endişeleri

Sonraki Haber
Suriye’de gelecek kaygısı: Alevi, Dürzi ve Kürtlerin ortak endişeleri

Suriye’de gelecek kaygısı: Alevi, Dürzi ve Kürtlerin ortak endişeleri

SON HABERLER

Suriye’de gelecek kaygısı: Alevi, Dürzi ve Kürtlerin ortak endişeleri

Suriye’de gelecek kaygısı: Alevi, Dürzi ve Kürtlerin ortak endişeleri

Yazar: Yeni Yaşam
22 Ağustos 2025

Muhammed İnal: Kürtlerle ittifak kurtuluş getirir

Muhammed İnal: Kürtlerle ittifak kurtuluş getirir

Yazar: Yeni Yaşam
22 Ağustos 2025

Görev zamanı

Parsel parsel satan bir sanık aranıyor

Yazar: Yeni Yaşam
22 Ağustos 2025

Emek kriz ve toplumsal adaletsizlik

Emek kriz ve toplumsal adaletsizlik

Yazar: Yeni Yaşam
22 Ağustos 2025

BM Güvenlik Konseyi’nden uyarı: Suriye’de şiddet yeniden tırmanabilir

BM Güvenlik Konseyi’nden uyarı: Suriye’de şiddet yeniden tırmanabilir

Yazar: Yeni Yaşam
21 Ağustos 2025

Silêmanî’de Lahur Şêx Cengi hakkında yakalama kararı

Silêmanî’de Lahur Şêx Cengi hakkında yakalama kararı

Yazar: Yeni Yaşam
21 Ağustos 2025

Efrîn’de orman yangını

Efrîn’de orman yangını

Yazar: Yeni Yaşam
21 Ağustos 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır