Alevi, Dürzi, Kürt, Arap ve Türkmen bileşenlerin temel yaşam ve kimlik haklarının olduğu bir yönetim için birleşmekten başka seçeneği kalmamıştır. Suriye’de istikrarın sağlanabilmesi için toplulukların güvenlik ve kimlik haklarının güvence altına alınması kritik öneme sahiptir
Diyar Amed
2011 yılında Dera’da başlayarak kısa sürede tüm Suriye’ye yayılan savaş yalnızca bir rejim muhalefeti çatışması değil, ülke içindeki mezhepsel, etnik ve ideolojik fay hatlarının derinleşmesiydi. Bu bağlamda özellikle Kürtler kendi kaderlerini tayin etme hakkı için güçlü mücadele ve toplumsal örgütlenmeye gitti.
Kürtler 3 milyon civarı nüfusuyla Suriye’nin en büyük azınlığı olmalarına rağmen BAAS rejimi politikalarından dolayı vatandaşlık hakkından yoksun bırakıldı. Kürtlerin her ne kadar küçük örgütlenmeleri olsa da bu durum, 2011 yılı sonrası büyük bir örgütlenme ve bir defacto özerk bölge olarak değişti. Irak ve Suriye merkezli dünyayı kâbus gibi saran DAİŞ vahşetine karşı ‘Kürtler tek savaşan halk’ dense herhalde abartı olmaz. Kürtler, Rojava (Batı) Kürdistan topraklarını büyük bedellerle bu kabustan kurtardı ve halk yönetimine dayalı Özerk Yönetim adlı bir yönetim modelini geliştirdi. Çevre kentlerde bunu gören halklar Kürtlere kendi kentlerini özgürleştirmeleri çağrısında bulundu ve Kürtler harekete geçerek o bölgeleri de özgürleştirerek halk yönetimini orada da faaliyete geçirdi. Kürtler artık dünyada bir kurtarıcı olarak görülmeyi de aşarak yeni bir demokratik model örneği oldu.
Dürziler de savaş boyunca genellikle tarafsız kalmaya çalıştı. Özellikle Süveyda bölgesinde rejim ile muhalefet arasında bir denge gözettiler. Esad rejimi her ne kadar Dürzi savaşçıları orduya zorla entegre etmeye çalışsa da Dürziler kendi savunma birliklerini oluşturarak kendilerini korumayı tercih etti. Her ne kadar tarafsız politikaları etkili olsa da işsizlik ve genç nüfusun göçü gibi büyük zorluklar da yaşadılar.
Alevilere gelecek olursak Suriye’de yaşayan Aleviler hatta ülke dışındakiler de dahil Esad rejimiyle özdeşleşmiş topluluk olarak görüldü. Aslında bu öngörüyü, Beşar-Mahir Esad ve ailesi çevresinde konumlanan Aleviler geliştirdi. Ancak o süreçte bile Alevilerin durumu aslında çok da iç açıcı değildi. Alevi gençlerin çoğu ordu da ya da rejime bağlı milis gruplarda yer aldı. Aslında Aleviler savaş cephelerine sürüldü de denilebilir.
Baas rejiminden selefi gruplara geçiş
DAİŞ’le bağlantılı örgütlerden olan El Kaide-HTŞ (Heyet Tehrir El-Şam) 2011 yılında başlayan olaylar sonrası bölgede birçok kentte çatışmalara dahil oldu. Son yıllarda ise özellikle İdlib gibi Türkiye sınırında Türk devleti denetimindeki kentlerde şeriatını kurmuştu. Hatta bazı yabancı ülkelerinde Colani ve Şibani gibi şu an Şam’daki HTŞ yöneticilerini eğittiği iddialar kimi yayın organlarına yansıyor.
27 Kasım 2024 tarihinde harekete geçen HTŞ öncülüğündeki selefi gruplar 8 Aralık tarihinde Şam’a kadar ulaştı. 13 yıldır binlerce sorun ve saldırıya rağmen yıkılmayan Esad rejimi nasıl olduysa bu kadar kısa sürede yıkılıverdi. Bu konuda yorum yapmaya gerek yok gibi…
Selefi grupların yükselişi ve artan yeni tehditler
2011 sonrası dönemde sahada varlıklarını sürdüren selefi-cihadist gruplar, özellikle DAİŞ’in yükselişi Suriye’deki azınlıklar için büyük tehdit unsuru haline geldi. DAİŞ’in gerilemesiyle birlikte, Heyet Tahrir El Şam (HTŞ) ve benzeri selefi gruplar özellikle İdlib olmak üzere Türkiye sınırında kendi idari sistemlerini ve yargı sistemini tesis etmeye çalışırken yine Suriye’nin diğer bölgelerine saldırıların örgütlendiği bu bölgeler Suriye’deki azınlıklar için ciddi bir güvenlik riski anlamına geliyordu. 2024 yılı sonlarına gelindiğinde Şam’a kadar ilerlemeleri Esad rejiminin ani çöküşünü beraberinde getirdi.
Selefi gruplar, otoriteyi devraldıkları bölgelerde adeta ‘Arenadaki boğalar metaforu’ gibi sağa sola saldırarak yönetimini kabul ettirmeye başladılar. Bu gelişmelerle birlikte Suriye’deki azınlıkların tarihsel olarak maruz kaldığı dışlanma ve şiddet tehditleri yeniden gündeme geldi. Önce Alevilere sonra Dürzilere ve sürekli olarak Kürtlere dönük baskı ve saldırılar arttıkça arttı. Savaşın kaotik ortamında Alevi, Dürzi ve Kürtler kimlikleri nedeniyle hedef alınma kaygısı taşımakta. Aleviler için bu tehdit, Esad rejimiyle özdeşleşme algısından; Dürziler için tarafsız kalmak istemelerinden, Kürtler içinse Türkiye ve destekli gruplardan gelen baskılardan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla üç topluluğu ortaklaştıran temel mesele, güvenlik ve kimliksel var oluşun geleceği ve buna dönük yapılmak istenen belirsizliktir.
Neticeye gelirsek; tek seçenek…
Yıllar boyu rejimin baskı ve saldırılarıyla boğuşan Suriye’nin, demokratik ve adil yani Kürtlerin sürekli dile getirdiği Adem-i Merkeziyetçi bir yönetim modeliyle yürütülmesi gerekir. Bu doğrultuda Alevi, Dürzi, Kürt, Arap ve Türkmen bileşenlerin temel yaşam ve kimlik haklarının olduğu bir yönetim için birleşmekten başka seçeneği kalmamıştır. Suriye’de istikrarın sağlanabilmesi için toplulukların güvenlik ve kimlik haklarının güvence altına alınması kritik öneme sahiptir. Aksi halde, etnik ve mezhepsel fay hatlarının yeniden şiddet üretmesi, yeni ve daha da büyük savaş ve kaos perdelerini aralaması kaçınılmazdır.