Kelimeler haykırıyor ve haksızlığa uğruyor bir gün, hem de bir anda. Değişiyor tarih ve talih orada. Rotasını şaşırmış biri bir yolda yürürken kendinden düşmüş. Değişen şeylerin değiştirdiği zamanların içinde, elbette bu da oluyor ve olacak. Bir haykırış bir haksızlığı ifşa ediyorsa, bir ışık görünmüştür ve yol açılmıştır.
Benzerini yitirmiş bir nesnenin hüznü, göğe küsmüş ayın yalnızlığı söylüyor ama duyulmuyor. Bazı sözcüklerin büyüsü kaçmıştır, bazı aşkların sonu gelmiştir, birtakım adamların vakti gelmiştir, birkaç bardak kırılacaktır, biraz ayrılık ve biraz da aydınlık yetecektir.
Heveslerin götürdüğü, yarım bıraktığı, hüzne sürüklediği ve hatta ölüme teşebbüs ettiği yeni bir şey değil ve dünyanın birçok yerinde her zaman yaşanıyor. Eskilerin eskisi ne olursa olsun eskide kalmıyor. Yankısı var haykırmaların, yarını da var.
Bozguna uğrayan cümlelerimiz var, bozulan kelimelerimiz var. Başımızı belaya sokan bakışlar, başımızın üstünde yeri olan öfkelerimiz de var. İnsan taşıdığına benziyor; yüküyle, adımlarıyla, elleriyle ve merakıyla yürüdüğü yerlere benziyor. Bazı harfler sadece insanın kederini yazıyor.
Hayatın hayatsızlığa battığı günlerin içinden, insanın insansızlığa muhtaç hale geldiği günlere geldik. Belki de sadece gelmekti aklımızdaki tek belirli hedef. Eski zamanlar yeni mekanlara yabancı kaldı. Güzelleşmedi sokak, şenlenmedi meydan.
Mahrumiyet gibi ağır bir kelimenin altında kalan yaşamlar, mağduriyet gibi bir dili kullanmaya mecbur kalanlar, afili cümlelerle direnenler, gelip bir duvarı yıkabilirler. Kum bizim, çimento bizim, ağaçlar da bizim. Bir alışkanlık gibi yıkımlar çağına ayak uydurabilirler.
Bir haykırış bir haksızlık, bir haksızlık bir haykırış getiriyor. Ertelenen seslenişler, yanlış anların yok ettiği mutlu cevaplar ve soruların zamanla sorunu. Yersiz bir bakış, sözsüz bir karşılaşma, pencerelerde vahalar ya da okyanuslar açar. Başkasının gördüğü, bir başkası gibi gördüğümüz yerdeyiz, hayattayız.
İnsan birini teğet geçer, sonra bir şeyleri ve daha çok şeyi. Sayılarla ve saatlerle arası açılır. Şehirler girer araya, yolculuklar ve birtakım kimseler. Sırlar arar, aynalara bakar, kapılar hep duraklara açılır. Bekleme günleri, bekle günleri art arda matematiksiz saldırır. Dünyanın dengesi bu, dönmenin hengamesi, meridyenlerin hesabı.
Tökezleyen mevsimler var artık; nereden nereye diyen. Bunu diyen şelaleler var, insanlar var. Dünyaya yoklar getiriyorlar, yokoluşlar, hem de bir keşif gibi. Değişmiyor bazı şeyler, değiştiriliyor ve sonlar yavaş yavaş hayatımıza giriyor. Çember gibi, biri dağılınca diğeri yönünü arıyor.
Unutma ve hatırlama zamanları geldi. Sessiz kuyuların haritası, yas yerleri ve yad etme törenleri. Mesafeler de mevsim değiştirir bir gün. Elbette uzun savaşların uzun barışları olur. Patikalar sokaklara karışır bir gün, çarşı pazar güzelleşir. Şaşıran dünya olsun.
Haftanın kitap önerisi: Dino Buzatti, Yedi Ulak / Çeviren: Özge Parlak Temel, İletişim Yayınları