Çağrılan gazaplar var, çağrılmadan gelen neşeler var. Dünyanın kesişim yerleri var, kestiği ve böldüğü ve sonra tartıp yeniden pay ettiği yerleri var. İnsanın bir yerden başka bir yere gitme randevusu vardı. Gitmenin yol açan bir hüneri vardı, efsane miydi, rivayet miydi, fesatlık mıydı bilemeyiz; belki de gerçeği ıskalamış bir tahmindi.
Mucizeler zamanlarla yarışıyor, evveller kendine iyi bakmaktan yoruluyor ve her şeye rağmen dünya dönüyor. Zaten insanlar da dünya gibi dönüp kayboluyor, güneş gibi, yıldız gibi, ay gibi, bulutlar gibi ve rüzgarlar esiyor. Renkler değişerek geceyle ve gündüzle bölünüyor. Hayat her iki yerde de başlıyor.
Hırsız bir bahar renklerimizi değiştirdi. Seslerin çıkıp gitmesi ve yankısını bırakması, sersem yönlerin kılavuzluğu, enkazların manzarası ve bulutların bakışları terk etmesi. Peş peşe birer mayın gibi insanın yanında ve yöresinde patlıyor umutlar. Tekinsiz yarınların gölgesi, bugüne karabasanlar öğretiyor, ders veriyor ve yaşatıyor.
Hayatsız, sevdasız, özlemsiz, çöl gibi bir takvim, yapraklar düşüyor ve zaman kayboluyor. Bataklıkları var dünyanın, batanları ve batmayı isteyenleri. Önlemler var hayatın orta yerinde, insanın insana tedbiri de var. Vaktinde olmayan, vakitsiz anılıyor bir yerlerde ve art arda. Unutulmayanın ağırlığı, unutulanın hafifliği insanın dengesini kaybediyor ve yalpalıyor insan, tökezliyor sallanan bir gemi gibi.
İhtiyatlı hayaller, imtiyazlı hüzünler, dünden kalan rüyaların yarınları götüren karabasanları, hepsi tek tek ve ısrarla geliyor insanın üstüne ve uykularına. Geleceğe uğramayan mutluluk, geçmişten intikam alan anların zorbalığı, tesadüflerin çirkefliği sırasını bozmadan geliyor.
Sırasına küsen kaideler var, sırasından düşenler de var. Her adımın bir zaruriyeti ve zahmeti olabilir, voltası da ve kaçması da. İnsan gitmekle kendini meşhur eden bir varlıktır, dünya tanır. Bazı düzenler kendi kendinin kuralsızı olur. Metamorfoz herkesin başına gelebilecek bir şeydir ve şükür ki var.
Basamaklar, kayalar, oyuklar, çukurlar, çıkıntılar, kökler, dalgalar, trabzanlar, duvarlar, aşklar, yalnızlıklar, ayrılıklar, bedenler, boşluklar, mezarlar, eşyalar, insanlar ve daha birçok şey; hepsi insanı ayakta bırakır ve ayağa kaldırır.
İnsanın ardı peşini bırakmıyor. Güneş ve gölge, çocukluktan her anın içine kadar bir bulut ya da bir yıldız. İnsan bazen yıldızının ve güneşinin peşinden koşuyor. Gitmeler, dönmeler, yerinde saymalar, yerini sevmeler ve yersizliğinin balkonunda oturmalar; adımlar yaklaştırıyor ve yakınlaştırıyor. Çünkü insan eylemdir ve eylem yapmaktan vazgeçmez.
Sanrıları var hayatın, nefes almanın ve sabırla çalışmanın. Hatırlamanın ve hayıflanmanın dağları ve uçurumları var. İnsan bazen yolda yürür, bazen de yoldan kaçıp yeni bir yol bulur. Giden insan, çukurunu arayan şelaleler, denizini arayan kum, taşını arayan dağ ve kıyısına hasret kalan okyanus.
Serzenişlerin hatıraları ve hayalleri var, dünyayı da yaşamı da yeniden görür.
Haftanın kitap önerisi: Alejandro Zambra, Bonzai / Çeviren: Çiğdem Öztürk, Notos Kitap









